Sosyal Hizmet/Sosyal Çalışma Mesleği Nereye Gidiyor?

0

7. ULUSAL SOSYAL HİZMET KONGRESİ

15-17 NİSAN 2011-03-20

YER:  ATAUM MERKEZİ – ANKARA

KONGRENİN KONUSU: SOSYAL HİZMET/SOSYAL ÇALIŞMA MESLEĞİ NEREYE

GİDİYOR?

BU SUNUMUN KONUSU:  SOSYAL HİZMET/SOSYAL ÇALIŞMA MESLEĞİNİN

POLİTİKASI NEREYE GİDİYOR?

SUNAN:   FERİT  BERK,   EMEKLİ ÖĞRETİM GÖREVLİSİ

 

 

 

 

KISA TANIMLAMALAR

 

Gerek politika (siyasa)  ve gerekse sosyal hizmet/sosyal çalışma mesleğinin çok değişik tanımları ve açıklamaları yapılabilir.  Bu terimlerin, farklı tanımları, yorumları,  hakkındaki farklı tartışmaları ve analizleri, konumuzun sınırlarını ve maksadını çok aşar. Bu nedenle bu terimler için birer standart tanımlamalarla yetinip, mesleğin ve meslek politikasının bugünkü durumu ve gelecekteki alacağı şekil üzerinde yoğunlaşmak, daha tutarlı bir yaklaşım olacaktır.

 

Meslek olarak sosyal hizmet/sosyal çalışma, insanların gerek doğa ve gerekse diğer bireyler, gruplar ve toplumlarla olan çelişki, uyumsuzluk, yetersizlik ve çaresizlik zamanlarında,  bir meslek disiplini ve etik anlayışıyla  “yardım”  hizmeti veren bir meslektir. Bir başka deyişle korunmaya, bakıma, gözetilmeye ve yardıma muhtaç olan insanlarla mesleksel yöntemler, disiplin, teknik, etik, taktik ve stratejilerle çalışarak, onlara insan olarak yaşayabilmesi için “yardım” eden bir meslektir.

 

Vurgulamak gerekir ki, meslek olarak kullanacağı yöntemler, etik, disiplin, teknik, strateji, vs. çağdaş, pozitif bilime, akla ve mantığa uygun, gerçekçi olması gerekir. “Yardım”  anlayış ve felsefesinin de bu kriterlere ve standartlara uygun olması yanında, “sadaka, bahşiş, fitre, zekât” gibi anlayışlardan kurtulmuş olması gerekir. Devletin bu “yardım”  anlayışını, vatandaşlar için birer  “hak” haline getirecek şekilde yasalarla sorumluluğu altına alması gerekir. Böylece, her vatandaş için bir “hak” haline gelen yardım hizmetleri, herkese sürekli, belli makul standartlarda ve eşitlik anlayışı altında uygulanmalıdır. Gereği şekilde verilmeyen haklar konusunda vatandaşların söz söyleme, şikâyette bulunma ve dahası, hak alması için idari amirlere ve mahkemeye başvurma hakları olmalıdır.

 

Bir mesleğin elbette yönetimi, programları, hizmetleri,  meslek elemanları, uygulamaları, eğitimi, binaları, duruma göre araç ve gerekleri, vs. olacaktır.  Bütün bunların da yukarda özetlenen felsefe, kavram ve ölçütlere uygun olması gerekir.

 

Politika veya siyasa, kısaca toplum yönetimi bilimidir.  Bu bilim,  yönetim erkinin felsefesini, ideolojisini, siyasal sistemini,  kararlarını, programlarını, hizmetlerini,  bürokrasi anlayışı,  uygulamaları, örgüt şekli ve yapısı gibi çok değişik boyutlarını kapsar.

 

 

Bilindiği gibi, güncel olarak ve genelde siyasa (politika), başlıca sağ ve sol anlamında iki yelpazeye sahiptir. Toplumlardaki yoksullara, korunmaya ve gözetilmeye muhtaç olanlara  “yardım”   anlayışları ve sorumluluklarının 1789 Fransız ihtilaline kadar devletin veya devlet organlarının görevi olması gerektiği konusunda belirli ve önemli savunmaların yapılmış olduğunu pek göremiyoruz. Fransız ihtilâlinden sonra, aynı mecliste ve cılız da olsa, yoksulların durumları tartışılmaya başlandı. Yoksulları ilk savunan az sayıdaki milletvekilleri,  meclisin solunda oturduklarından, kendilerine  “solcu” denildi.

 

O tarihten başlayarak, sol ve sağ ideolojiler, değişik kuramlar geliştirdiler. Sağ ideolojideklâsik demokrasi”, daha sonra “sosyal demokrasi”  kuramları geliştirildi. 1940 yıllarından sonra geliştirilmiş olan “sosyal demokrasi kuramı” altında  “sosyal refah”  ve  “sosyal refah devlet”  felsefesi geliştirildi, İşte bu felsefe altındadır ki, Batı’nın bazı  gelişmiş ülkelerinde “sosyal güvenlik” programı ve hizmetleri kurulmuş ve geliştirilmiştir. Böylece liberal ekonomik sisteme dayalı gelişmiş ülkeler, “mutlak yoksulluk”denen yoksulluğu , farklı derecelerde de olsa, çözmeyi başardılar. Bütün bu gelişmeler, yönetimin ve mesleğin politikasını, uygulamalarını, felsefesini ve ideolojisini ve niteliklerini doğrudan etkilemiştir. Gerçi “yardım” anlayışı, belki insanlığın var oluşundan beri insanlar arasında hep var olmuştur; fakat bir meslek disiplini,  eğitim, ve vatandaşlara  “hak” olarak kabul edilmesi için, 1940.lar sonrasını beklemek gerekmiştir.

 

Solda ise,  genelde “Marksizm ve Leninizm” diye bilinen emekten ve eşit fırsattan yana olan işçi sınıfı ideolojisi geliştirildi. Bu ideolojinin bir ürünü olan sosyalist toplumsal kuramı ve sistemi geliştirildi. Sosyalizm, Batı’nın sosyal güvenlik sistemiyle çözmeye çalıştığı “mutlak yoksulluğu” çözdüğü gibi, sermaye ve kâr mekanizmasını da yok ederek, bölgesel, grupsal ve bireysel gelir farklarını da azaltarak, “görece yoksulluğa” da çözüm bulmuştur. Sosyalist sistemin 1917 yılında devrimi gerçekleştirmesi ve 1930 tarihinde genel sosyalist planlamayı uygulamaya koyması sonucundadırki, Batı’nın bazı gelişmiş ülkelerinde sağdaki klâsik demokrasi, sosyal demokrasiye dönüşmeye başlamıştır.

 

Yönetim erkinin kararları, felsefesi, ideolojisi, yönetim anlayışı, sorunlara yaklaşımı gibi uygulamaları (icraatları) bir mesleğin oluşum nitelikleri, şekillenmesi, değişmesi ve yeniden şekil alması konularında çok önemli olduğu bilinmektedir. Bu nedenle yönetimin planlı ve programlı şekilde, tutarlı ve gerçeklere dayalı uygulamalar yapması gereklidir. Yine aynı nedenle yönetim erkinin hizmetlerinin sunulması ve yönetim uygulamalarında çağdaş, pozitif bilim ve bilgiden yana, tutarlı, mantıksal ve gerçekçi olması gerekmektedir. Yönetim, mesleğin düzeyinin yüksek olmasından, hizmetlerinin etkili, yeterli ve tatmin edici olmasından sorumludur. Aksi ise, mesleğin her düzey ve boyutunda kargaşa, yetersizlik, verimsizlik, çelişkiler, kaos, stres,  hizmet boşluğu, şikâyet ve üzüntüler oluşur. Bu sonuçlar, hem makro düzeydeki ülke ve meslek yönetimleri, hem de mikro düzeydeki meslek birimleri ve  üniteleri için geçerlidir.

 

GENEL ÖNERMELER:

 

1. DÜNYA NEREYE GİDİYORSA,  GENELDE TÜRKİYE DE ORAYA GİDİYOR.

2. DÜNYADA OLASI BİR DEĞİŞME,  TÜRKİYE’Yİ DE ETKİLEMEKTEDİR.

3. TÜRKİYE’DE OLASI BİR DEĞİŞME,  HER MESLEĞİ VE MESLEK ELEMANLARINI

DA ETKİLEMEKTEDİR..

4. HER ÜLKEDE OLDUĞU GİBİ, TÜRKİYE’NİN İÇİNDE BULUDUĞU TOPLUMSAL GERÇEKLER, SİYASAL ERKİNİN KARARLARI, İDEOLOJİSİ, FELSEFESİ VE NİTELİKLERİ, SOSYAL HİZMET/ SOSYAL ÇALIŞMA MELEĞİNİ DE BÜYÜK ÇAPTA ETKİLER.

5. MESLEĞE AYRILAN KAYNAKLARIN NİTELİKLERİ, MÜRACAATÇILARIN SORUNLARININ NİTELİK VE NİCELİKLERİ, MESLEĞİN NİTELİKLERİNİ DE ETKİLER.

6. MESLEK ELEMANLARININ NİTELİKLERİ (BİLGİ, BİLİNÇ, BECERİ VE ANLAYIŞ DÜZEYLERİ),  YASAL HAKLARININ ÇAĞDAŞ VE POZİTİF BİLİME UYGUNLUĞU, MESLEĞİN NİTELİKLERİNİ ETKİLER

7. MESLEK YÖNETİMİ KARAR VE UYGULAMALARININ, KAVRAYIŞ, TEKNİK VE STRATEJİLERİNİN DOĞRU, GERÇEKÇİ, POZİTİF VE ÇAĞDAŞ OLMASI, MESLEK DÜZEYİNİN VE POLİTİKASININ YÜKSEK OLMASINI SAĞLAR VE MESLEĞE SAYGINLIK KAZANDIRIR.

 

DÜNYA NEREYE GİDİYOR?

Küreselleşme Sürecinde Hızla Yol Alıyor.

Günümüzde dünya,  “küreselleşme” ya da  “Yeni Dünya Düzeni” denen bir süreç altında, son derecede gelişmiş olan teknoloji ve ulaşım olanaklarının yardımıyla, bir “sömürü imparatorluğuna” doğru yol almaktadır. Özellikle dünyada soğuk savaş devrinin sona ermesiyle tek kutup haline gelen dünya küresi üzerinde rakipsiz kalan kapitalist-emperyalizm, dünyayı bir açık pazar haline getirme çabalarını hızlandırdı. Aslında gelişmiş olan Batı’nın “medeni” diye bilinen kapitalist-emperyalist ülkeleri, bu uğurda “her araca ve yönteme” başvuruyorlar.  Bu açıdan, özellikle emperyalizmin açık pazarına henüz açılmamış veya açılmak istemeyen feodal ve milliyetçi azgelişmiş kapitalist yapılar zayıflatılarak, gerekirse zor kullanılarak, emperyalizmin sömürünün gerçekleşeceği AÇIK REKABETE DAYALI bir liberal ekonomik pazara açılmaları amaçlanmaktadır.

 

Gelişmiş kapitalist emperyalizmin yöneticileri, önce küreselleşme sürecine girmeyen ülke yönetimlerini çeşitli yöntem ve araçlarla “ikna” etmeye, olmazsa  “zor” kullanarak yola getirmeye çalışıyorlar. Arkasından, bu gelişmiş ülkelerin gelişmiş uluslararası büyük şirketleri (kartelleri), bu ülkelere girip, zaten azgelişmiş olan yoksul ülkelerin kaynaklarına el atıyorlar ve en büyük kârları elde etmek için, ellerindeki gelişmiş teknolojiyi ve bilgiyi kullanıp, sermaye ve kâr transferi yapmaya başlıyorlar.

 

Küreselleşme, çok farklı boyutlara, görünüm ve hakkında yapılmış olan çok değişik tanım ve anlayışlara sahip olduğu için, bazılarına yanıltıcı olabiliyor. Örneğin küreselleşme, bazılarının ileri sürdükleri gibi, ülkeler arasında bir refah paylaşımı yahut bir aydınlanma çağı veya teknoloji yayma ve paylaşım süreci değildir. Çünkü karteller, girdikleri her alanda sömürülerini ve kârlarını arttırmak için, kendi teknolojilerini ve bilgilerini sınırlı alanlarında kullanırlar. Azgelişmiş ülkelerin bilgilendirilmesi, teknolojik gereksinmelerinin karşılanması onların umurunda bile değildir. Onların değişmez kuralı, “yatırımın, en yüksek kâr getiren alanlara yapılması” ilkesidir. Dahası, küreselleşmenin refah paylaşımı yaratacağını ileri sürmek, gereğinden fazla gülünçtür.

 

Küreselleşme sürecinin çok değişik uygulama yöntem ve boyutları olduğunu bir kez daha vurgulamak gerekir. Siyasal boyut,  askersel boyut, sosyal boyut, kültürel boyut, teknolojik boyut,  bilgi boyutu,  ekonomik boyut, özelleştirmeler boyutu, çevre kirliliği boyutu, devlet sorumluluk ve fonksiyonlarının azaltılması yani devletin küçültülmesi (hizmetlerinin azaltılması), vs. bu küreselleşmenin çeşitli boyutlarından bazılarıdır.

 

Konumuz açısından en önemli olan boyut,  “ekonomik” boyuttur. Çünkü, küreselleşme süreci, büyük bir sömürü ve sermaye transferini içerdiğinden, özellikle azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki halk kitlelerini ÖZELLEŞTİRMELER ve DEVLETİN KÜÇÜLTÜLMESİ politikaları,  etkilemekte ve giderek daha geniş çapta etkileyecektir. Yani yoksulluk gittikçe artacaktır. Bu durum, yoksullara yardımı amaçlayan meslekler açısından çok önemli sonuçlar doğuracaktır.

 

KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE GELİŞECEK YOKSULLUK BOYUTLARI

Birinci Yoksulluk Boyutu:

Gelişmiş ülkelerle, gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkeler arasında zaten var olan yoksulluk farkı, daha da büyüyecektir. Çünkü azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere muazzam bir kaynak, sermaye ve kâr transferi yapılmaktadır. Anlaşılacağı gibi, bu kaynak ve sermaye transferi, gelişmiş ülkelerin çok gelişmiş büyük şirketleri (kartelleri) tarafından yapılmaktadır. Azgelişmiş ülkelerin görece gelişmiş büyük şirketleri, onların sömürü aracı olmak zorunda kalacaklardır. Milli kalmak isteyen azgelişmiş ülke şirketleri,  zayıflatılacak ya piyasadan kaybolacaklar ya da bitkisel bir hayata gireceklerdir. Böylece, yoksul olan azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler,  daha da yoksullaşacaklardır.

 

+ BM raporlarına göre küreselleşme süreci, büyük eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin yaşanacağı bir çeşit dünya toplumu yaratacaktır.

 

+ Dünyanın en zengin 200 kişisinin toplam serveti, 2 milyar, beş yüz milyon

(2 500 000 000) insanın toplam gelirini aşıyor.

 

+ Dünyanın en zengin üç (evet sadece 3) patronun elde etmiş olduğu servet,  en yoksul kırk sekiz (48) ülkenin toplam servetinden fazla.

 

+ Dünya Bankası verilerine göre,  dünya nüfusunun yarsından fazlasını (%50 den fazlasını) oluşturan yoksul dünya ülkelerinin milli gelirlerinin toplamı,  dünya geliri toplamının ancak yüzde altısını (%6 sını)  oluşturmaktadır.

 

Aslında. Gelişmiş ülkelerdeki yoksulluk ve işsizlik, sermaye ve iş alanları yokluğundan değil,  kapitalistlerin fazla kâr etme hırsları,  var olan büyük sermayelerin ve kaynakların rasyonel olarak kullanılmaması, ücretleri düşük tutmak için kâr oranlarına paralel oranda işçi istidam etmemeleri ve büyük yolsuzluklardan kaynaklanmaktadır.

 

Bu gidişle büyük eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin yaşanacağı bir çeşit dünya toplumunun oluşacağı açıktır.  Bu gerçeği BM Gelişim raporu şöyle belirtiyor:

Bugünkü trendin devam etmesi halinde, sanayileşmiş ülkelerle kalkınmakta olan ülkeler ekonomileri arasındaki uçurum o denli büyüyecek ki,  bu fark eşitsizlik sınırını aşıp, insani olmayan koşullarda hüküm sürecektir”

İkinci Yoksulluk Boyutu:

Bu yoksulluk türü, gelişmiş ülkelerdeki görece yoksulluğun daha da derinleşmesi şeklinde olacaktır. Yani, gelişmiş ülkelerin dev şirketleri, dünya gelir ve refahının büyük bir kısmını ellerine geçirmiş olmaları halinde bile, gelişmiş ülkelerin yoksul halkları ve emekçileri belli ellerde yoğunlaşmış olan böyle bir refah ve gelirden yararlanma fırsatını bulamayacaklardır Tam tersine, düşük tutulacak ücretler, büyük ekonomik krizler, artan işsizlik oranları, artan yolsuzluklar, yükselen fiyat artışları, vs. gibi nedenlerle, yoksullar, daha da yoksul olacaklar. Gelişmiş ülkelerin yoksulları, en azından kendilerini görece olarak daha da yoksul hissedeceklerdir.

 

Küreselleşme süreci bütün hızıyla devam ederken, büyük dev şirketler (karteller)  büyük kârlar ve sermaye transferleri yaparken, gelişmiş ülkelerde ekonomik krizler gittikçe derinleşmekte, işsizlik ve yoksulluk artmaktadır. Çünkü yalnız gelişmiş ülkelerin değil, bütün dünya gelir ve serveti, belli dev şirketlerde yoğunlaştığından, bu ülkelerde de orta sınıf küçülmekte veya yok olmaktadır. Ekonomi krizlerin nedeni de budur.

 

Böyle olduğu halde bile bu gelişmiş ülkeler, sosyalizmin uygulamada alternatif olmaktan çıkmış gibi görünmesiyle birlikte,   “sosyal refah” veya  “sosyal refah devleti” gibi terimleri kullanmaz oldular.  Sosyal güvenlik hizmetlerini de makaslayarak veya bazı hizmetlerini ortadan kaldırarak, “sosyal demokrasi” kuramı altında vatandaşlarına verilmiş olan haklardan vazgeçmeye başladılar.

Üçüncü Yoksulluk Boyutu

Yoksulluğun üçüncü boyutu ise,  azgelişmiş ülkelerin zaten yoksul olan halk yığınları, emekçileri ve özellikle sayıları her gün artan işsiz emekçilerinin küreselleşme sürecindeki çok düşük ücretli, “acıklı ve perişan” durumu  olacaktır. Sonuçta azgelişmiş ya da gelişmekte olan ülke halkları ve emekçileri,  “mutlak yoksulluk” çukuruna düşüp,  tam bir açlığa ve çaresizliğe maruz kalacaklardır.

 

+ BM raporlarına göre halen dünyada bir milyar ( 1 000 000 000)  insan, açlık sorunuyla savaşmaktadır.  Bu sayı, on yıl önce 160 milyon idi.

 

Çalışma çağında olan180 milyon insan işsiz durumdadır.

 

Dünyada her yıl 12 milyon açlıktan ölüyor.

 

Son on yılda beş  (5) milyon insan savaşlarda can verdi.

 

Dünyada 2 milyon çocuk işçi olarak çalışıyor.

 

Anlaşılacağı gibi, küreselleşme sürecinde bütün dünyada yoksulluk artacaktır. Fakat bu durumda en çok mağdur olacak ülkeler, azgelişmiş ve ya gelişmekte olan ülkelerdir.  Dünyada en acıklı durumda kalacak olanlar ise, azgelişmiş ülkelerin yoksul ve işsiz halk yığınları ve emekçileri olacaktır.

.

Açıktır ki yoksulluk ve açlık,  insanların “insan” olarak var olmaları için gerekli olan  “zorunlu”  gereksinmelerini karşılamalarına fırsat vermeyecektir. Sonuçta birey ve ailelerin eğitim, sağlık, konut, barınma, yiyecek, içecek, sosyal ve kültürel haklarını gerçekleştirmeleri olanaksız hale gelecektir.

 

İşsiz ve yoksul sayısının artması ise,  toplumda korunmaya, gözetilmeye ve bakıma muhtaç olan insanların sayısının artması anlamına gelmektedir. Bu durum,  görevi insanlara  “yardım” olan sosyal hizmet/sosyal çalışma mesleğinin müracaatçı sayısının nitel ve nicel anlamında yığınsal artması anlamına gelir.

 

Bu tür gelişmemiş veya azgelişmiş ülkelerde zaten “sosyal demokrasi” denen yönetimler yoktur ya da sadece adı vardır. Sosyal güvenlik sistemlerini ya hiç kurmamışlar  ya da Türkiye gibi, kağıt üzerinde yazılı hale getirmişler, fakat uygulamaya tam ve gerçek anlamda koyamamışlardır.

 

KÜRESELLEME SÜRECİNDE TÜRKİYE

 

Türkiye, 1950 yılarından bu yana göreceli olarak, 1990 yıllarından bu yana da hızla küreselleşme sürecinde yer almıştır. Bu yüzden Türkiye, küreselleşmenin bütün izlerini taşımaktadır. Yöneticilerin bu konudaki iddialarının tersine Türkiye, küreselleşmenin bütün olumsuz etkilerini taşımaktadır.

 

Türkiye’de küreselleşmeye karşı olan bazı siyasal partiler, gruplar, sivil toplum kuruluşları ve bazı aydınların olmasına karşın, küreselleşme sürecine katılmak devlet politikasıdır. Devletin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı, bu konuda eşbaşkanlık görevlerini sürdürmektedirler.

 

Aslında bugün Türkiye, çok değişik ve ciddi sorunlara baş başadır. Bu sorunların hepsinin ele alınması ve incelenmesi, konumuzun kapsamını çok aşar. Ancak konumuzla ilgili olabilecek bazı sorunların kısaca altını çizmekte yarar vardır.

 

TÜRKİYE’NİN KONU İLE İLGİLİ BAZI SORUNLRI

A. Türkiye ekonomisi,  dışa bağımlı bir ekonomidir. Daha çok sıcak paraya dayalı olarak, yabancı sermayenin iradesine bağlıdır.  IMF ‘in direktifleri doğrultusunda özelleştirmelerle satılan topum kaynaklarından elde edilen sıcak para,  çok kere rasyonel olarak gerekli yerlere ve hizmetlere tahsis edilmemektedir. Bu yolla hem toplum kaynakları yok edilmekte ve hem de dışa borçlanma ve bağımlılığın derecesi artmaktadır.

 

B. Küreselleşmenin gerçeklemesini sağlayan en önemli uygulama aracı niteliğindeki “özelleştirmeler” yoluyla ülkenin kaynak ve hizmetleri, yabancı şirketlere olanca hızıyla satılmaktadır. Bunun gibi  “devletin küçültülmesi”, yani devletin topluma olan hizmet ve sorumluluklarından giderek elini çekmesi, devlet harcamalarının sınırlandırılması, sözleşmeli iş gibi, iş güvenliğinin ortadan kaldırılması gibi politikalar, çalışanların aleyhine sonuç verecek olan uygulamalar gündemdedir.

 

C. Gerçi Türkiye’de rakamlarla oynandığı için, her alanda bir bilgi kirlenmesi oluşmuş durumdadır. Fakat biz yine de kimi kaynakları, özellikle BM, DİE ve bazı meslek kuruluşlarının kaynaklarını kullanabiliriz.

 

Örneğin, 6 Nokta Körler Derneği’nin bulgularına göre, Türkiye’de sekiz milyon, beş yüz bin (8 500 000)  engelli insan var. Bunun ancak yüz bini (100 000)  aktif olarak sokağa çıkabiliyor.  Bunlar da zor koşullarda çalışıyorlar. Geriye kalan sekiz milyon dört yüz bin

( 8 400 000)  engelli, evlerinde hapis (!) durumda olup, devletin  kendilerine el uzatmasını beklemektedirler.

 

 

8 400 000 engellinin kendilerine devlet elinin uzatmasını beklemesi gerçeği karşısında, devlet ve toplum elinin uzanmış olduğu engellilerin kurumlarda nasıl bakıldığını sormak bile,  biraz lüks kalacaktır. Kaldı ki, engellilire verilmekte olan hizmetlerin de kalitesinin artırılması gereği ve zorunluluğu ortadadır.

 

Yine aynı derneğin bulgularına göre,  görme engelli sayısı kırk bin (40 000) olarak saptanmış. Bunun otuz sekiz bini (38 000)  evinde hapis, ancak iki bini (2 000) sokağa çıkabiliyor.

 

TBMM,  Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonu şu bilgileri veriyor:

Erkeğinin üstüne kuma (resmi nikâhsız ikinci bir kadın) getiren kadın sayısı yüz seksen altı bin, yedi yüz altmış iki (186 762).

 

Türkiye’de 4-14 yaş arasındaki okul çağındaki çocuklar, para kazanmak için, her türlü pis iş ve ağır işler dahil,  simit satmak, gazete satmak, askı satmak, boyacılık yapmak, vs. gibi işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar.

 

Kadınlara ve çocuklara yapılmakta olan şiddet ve cinsel saldırılar, bebeklere kadar uzanmakta ve  ne acıdır ki bunların sayıları gittikçe artmaktadır.

 

Ceza ve ıslah alanı, sağlık alanı, konutsuzluk alanı,  insan ticareti,  aile sorunları, eğitim alanı gibi daha birçok sorunsal alandan örnekler vermek mümkündür. Fakat halen verilen bu sınırlı örneklerin ilgili alanlar hakkında yeterli bir fikir verebileceğini sanıyor ve umut ediyorum.

 

Türkiye’de Son On Yılda Bazı Büyümeler

—————————————————————————————————————–

2001                                                                                                          2011

Mal ve hizmetler                                TL                                                TL

—————————————————————————————————————-

Benzinin litresi                             1.20                                               4.20

Ekmeğin kg mı                             0.80                                               2,10

Etin kg (dana)                               9.00                                              40.00

Simit tanesi                                  0.30                                                         1.00

—————————————————————————————————————-

İşsizlik artış sayısı                               2 milyon                                               5 milyon

Yoksul sayısı                                      6 milyon                                               12 milyon

—————————————————————————————————————–Not: 2011 yılında asgari ücret altı yüz ( 6 00TL) civarındadır.  Fiyat artışlarına göre, emekçilerin ücret ve ödemelerinde bir ayarlama (endeksleme) yapılmamıştır.

 

A. Türkiye’de genel işsizlik yüzde on iki (%12) civarında olup, bu rakam gençler arasında yüzde 21 dir.

B. Bugün Türkiye’de saptanan asgari ücret 630 TL gibi çok düşükken,  dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı,  2 bin  834 TL.sıdır. Açlık sınırı ise, 874 TL dir..  Genel nüfusun yüzde 26 sı (%26),  yoksulluk çizgisinin altında yaşamaktadır.

C. İş Güvenliği ve güvenliğin devamlılığı kalmamıştır.

 

D. Kıdem tazminatları kaldırılmıştır.

E. Sözleşmeli iş anlaşması denen bir tür iş pozisyonu yaratılıyor.

F. Yeni icat dilen iş yeniliği,  evden çalışma iş pozisyonu

G. İşçiler için sendikal haklar iyice makaslanmıştır.

8.

H. Toplu sözleşme hakkı tarih oldu.

I. İnsanların demokratik hakkı olan, isteklerini iktidara gösteri yaparak duyurması, suç

sayılıyor.

İ.  Yasal eylem yapan üniversite öğrencileri ve işçiler, “terörist” sayılıyor;  biber gazı, basınçlı su ve tutuklama ile karşılanıyor.

J. Bu çok düşük asgari ücreti bile devlet, özel işyerlerinde uygulatmakta yetersiz kalmaktadır.

K. Genelde ücretler düşüktür.

L. İşe yeni alınanlara ücretsiz çalışma deneme süresi getiriliyor.

M. Paralı eğitim ve paralı sağlık hizmetleri derece derece geliştiriliyor.

N. Devletin sorumluluğu altında, profesyonel elemanlarca yürütülmesi gerekli olan mesleğe

Din görevlilerinin (imamların) atanması yolu açılmış ve uygulanmaya da başlanmıştır.

O. Hızlı teknoloji kullanılarak, doğanın hızla tüketilmesi ve kirletilmesi yürütülmektedir.

P. BM. lerin Gelişmişlik  Raporuna  göre, Türkiye, vatandaşlarına insanca bir yaşam koşulları  sağlama konusunda ( insana yakışan bir eğitim, sağlık, konut, temiz su, vs) sağlamakta dünya ülkeleri arasında seksen üçüncü (83.) sırada yer alıyor.

R. Dünya Ekonomik Formu’nun 2010-2011 Raporu’na göre Türkiye, gençlere nitelikli eğitim sağlamakta dünya ülkeleri arasında  doksan beşinci (95.) sırada yer almaktadır.

 

S. Böyle bir acıklı durumda,  halka yardım hizmetleri sunacak olan mesleğe, bütün dünyada son derecede gereksinim olacak ve hizmetler için talep artacaktır. Ancak bir çok ülkede devlet, genellikle bilindiği gibi, ”kaynak yokluğu (!)” bahane edilerek  yeteri kadar kaynak sağlamayacak ve mesleğin uygulaması  olabildiğince zor durumda kalacaktır.  Eğer bu ülkelerde, hizmetler alanına yeterli kaynaklar sağlanamazsa, mesleğin uygulaması oldukça zorlanacak ve neredeyse  felç olabilecektir.

 

Aslında Türkiye: beş parasız siyasete atıldıktan sonra, insanların kısa sürede, çocuklarına pırlanta işletme şirketleri kurup, gemiler alabilecek kadar bol kaynakların bulunabildiği bir ülkedir. Ama her nedense, aş ve iş isteyen işçilerine, yoksul halkına, açlık çeken insanlarına, engellilerine bakabilecek kaynak bulunamayan bir ülkedir…

Yukarda belirtilen ve daha başka nedenlerle, gerek bütün dünya ülkelerinde ve Türkiye’de sosyal hizmet/sosyal çalışma mesleğinin durumunun ve politikasının gelecekte nasıl olabileceğini tahmin etmek zor değildir.

TÜRKİYE’DE  MESLEĞİN POLİTİKASININ  DURUMU

 

  1. Dünya ve Türkiye’de küreselleşme durdurulamayacağına göre,  özellikle küreselleşmenin yaratacağı  “yoksulluk boyutları, Türkiye’yi de etkilemekte ve gelecekte de etkileyecektir. Halen bu etkilerin sonuçları, ülkemizde gözlemlenmektedir. Ülkemizde halen hizmetler için  “kaynakların yeterli olmadığı(!)” söylendiğine  göre, ilerde bu “ yetersizlik” nedeni daha da büyüyecektir. Yine küreselleşme sonucu, zaten var olan yığınsal yoksulluk, giderek daha da derinleşecek ve genişleyecektir.
  1. Özelleştirmeler yoluyla bu yoksullaşma süreci daha da hızlanacak ve ciddi sıkıntılar yaratacaktır.
  2. Devletin küçültülmesi ve masraflarının azaltılması sonucu, hizmetlere ayrılan kaynaklar gittikçe daralacak ve ihtiyaçlar artarken hizmetler azalacaktır.

 

5. Sonuçta, toplumda verilmekte olan hizmetlerin paralı hale getirilmesi,  parası olanlar için kaliteli bir hizmet, parası olmayanlar için cılız hizmetler ya da “yok hizmetler” uygulaması durumu ortaya çıkacaktır.

 

  1. Yine sonuç olarak, bugün sosyal hizmet/sosyal çalışma mesleğinin girdiği çıkmaz ve meslek elemanlarının sahada duydukları sıkıntılar, stres, tatminsizlik, yetersizlik ve bunalım aşırı boyutlara ulaşacaktır.

 

TÜRKİYE‘DE MESLEK POLİTİKASI NEREYE GİDİYOR?

a. Bütün dünya olduğu gibi, Türkiye’de de sosyal hizmet/sosyal çalışma mesleğine gereksinim geniş çapta ve ciddi şekilde artacağına göre, bireysel çalışma, grup çalışması ve toplumsal çalışma yöntemlerinde olacağı gibi, ülkede bu konularda büyük çapta araştırma, etkili yönetime, uygulama ve planlamalara gereksinim de artacaktır.

 

b.Mesleğin müracaatçı sayısı beklenmeyen boyutların ötesinde artacağı gibi, bunların sorunları hem nitel ve nicel sayıda artacaktır. Sadece bu gerçek nedeniyle bile, bugünkü yetmeyen ya da yeterli olmayan kaynak tahsisinin, ilerde geometrik olarak artırılması kaçımılmaz olacaktır.

 

c. Mesleğin eğitiminde küreselleşme ve özelleştirmeler sonucundaki değişmeleri dikkate alarak, yeni boyutlar eklemek, etkili ve gerçekçi bir eğitim için değişiklikler yapmak gerekmektedir. Yüksek öğrenimi, genelde lise düzeyine indirmiş olan geçmiş ve şimdiki yönetimin bu değişmeleri yapabileceğine inanmak güçtür. Dahası, eğitimde özelleştirme ve açık öğretime yönelme gibi uygulamalar, eğitimin ekonomideki kâr amacına endekslenmesi sonucunu doğuracak, hem eğitimin kalitesinin düşmesine, kolay, kâr getiren eğitim, paralı diploma yolunun açılmasına ve hem de meslek “disiplini ve etik”  kurallarının zedelenmesine yol açacaktır. Bu durum, meslek eğitiminde halen var olan fırsat eşitsizliğini daha da artıracaktır.

d. Eğitimin ve uygulamasının kâr amacına endekslenmesi tehlikesi olacağından kalitesiz eğitim,  plansız meslek elemanı yetiştirme, meslek elemanlarının işsiz kalması, kaçınılmaz olacaktır.  Mesleğin uygulamasında ise, meslek disiplini, etiği, profesyonellik, kalite, hizmetlerin  standart düzeyi daha da  düşecektir. Meslek, büyük çapta değer kaybedecektir. Mesleğin toplumda algılanması, daha çok yanıltıcı ve şaşırtıcı olacak, toplumun beklentilerini karşılamaya gücü yetmeyecektir.

e. Özellikle devletin yönetim erkini ele geçirmiş olanlar,  atamalarda rastgele ve irrasyonel şekilde atamalar yapmanın yanında, benimsemiş olduğu felsefe ve ideolojinin niteliği, feodal bir toplum yapısının yönetimini andırmaktadır.

 

 

 

 

Ç Ö Z Ü M E   D O Ğ R U

POLİTİKALAR

Meslek konuları, dünyada geçerli olan siyasal sistemler ve ideolojiler açılarından ele alınmadıkça, tartışmalar laf kalabalığından öteye geçemez. Çünkü her politika ve ideoloji, hem uzun birer tarihe sahiptirler ve hem de sitemli düşünceler sonucunda şekillendirilmişlerdir. Bu açıdan, hangi hizmet ve refah programlarının hangi ideolojinin ve siyasal uygulamanın ürünü olduğu bilinmelidir.

 

Konuya dünyada geçerli olan makro politikalar ve uygulamalar açısından baktığımızda,  önce sağ ve sol ideolojiler açısından çözümlere kısaca değinmek gerekiyor. Bu açıdan çözüm önerilerinin çok fazla olmadığını görürüz. Çözüm önerilerini şöylece özetlemek olasıdır:

 

1.FODAL SİSTEMDE İDEOLOJİ VE HİZMETLER

Aslında insanlar arasındaki yardımlaşma fikri, belki insanlığın var oluşuyla birlikte ortaya çıkmıştır. Ancak yardım uygulamalarının bir mesleğe dönüşme ve gelişmesi çok yenidir.

Sosyal hizmet/soyal çalışma mesleğindeki profesyonel “yardım” anlayışının ve politikasının feodal toplumlarda oluşmadığı bilinmektedir. Feodal toplum yapılarında yalnız, genelde  “insanların ve özelde varlıklı insanların  acıma duygusuna” dayalı, ve gönüllülük ilkesine, yardım verenin insafına ve isteğine bağlı olan bir “ bahşiş” ve “sadaka” uygulaması vardır. Yardım alan vatandaşlar için böyle yardımlar “hak” olmadığından, bu yardımlar hakkında istekte bulunmak, eleştiri yapmak ve yetersizlikleri hakkında hak aramak gibi hakları da olamazdı. Ne verilirse, ne miktarda verilirse, ne zaman ve süreyle verilirse, yardım alan, sadece verilen yardımla yetinmek zorundaydı.  Yardımlardan ihtiyacı olan herkes aynı ölçüde ve  nitelikte  yararlanamaz. Çünkü verilen sadaka veya bahşiş, vatandaş için yasalarda yazılı bir hak değildir ve devletin vatandaşlarına karşı zaten böyle bir sorumluluğu da yoktur. Bu açıdan, feodal yapının ideolojisindeki “yardım” anlayışı, zamanımızdaki meslek politikası açısından bir çözüm olamaz.

 

2. KAPİTALİST SİSTEMDE İDEOLOJİ VE HİZMETLER

Kapitalist sistemin ideolojisinde iki türlü kuram yaklaşımı ve bu iki kuram yaklaşımının  farklı yardım politikası, anlayış ve felsefesinden söz edebiliriz:

a) “Klasik demokrasi kuramında”  yardım politikası;

b) “sosyal demokrasi kuramında”  yardım politikası.

a) Batı’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinin ideolojilerinde geliştirilen “klasik demokrasi kuramı”,  başlangıçta feodalizmin bağrından çıkmış olan yeni kentsoyluların (burjuvazinin) haklarını savunduğundan, orada yoksullara verilen yardım anlayış ve felsefesi, feodal yapıdaki anlayış ve felsefenin devamı olup, çok kere aynısıdır. Klasik demokrasi kuramında gelişen yeni sınıfın yalnız iktidara ortak olma ve siyasal hakları vardır.  Fransız Devrimi ile başlatılan “aydınlanma” hareketleri,  kentsoyluların aristokrasiye karşı özgürlük uğraşıları olduğundan, ekonomik hakları içermemiştir. Çünkü onlar, zaten zengin sınıftı.

 

Klasik demokrasinin yardım anlayışı ise, bazı çağdaş yardım öğelerini içerse bile,   temelde feodal yapıdaki “sadaka” ve “bahşiş” yardım anlayışının bir devamı şeklinden başka bir şey değildir. Mesleğin ideolojisi ve politikası, klâsik demokrasi ideolojisi, felsefesi ve anlayışıyla da çözülemez ve çözülemiyor.

 

Eşitsiz gelişen kapitalist sistemin liberal ekonomik yapısında, sonradan “Sosyal demokrasi kuramı” geliştirildi” Böyle bir kuram altında  “sosyal devlet” ve  “refah devleti” gibi felsefe ve hizmetleri geliştirildi. Geliştirilen aynı felsefe hizmet programları altında  “sosyal güvenlik sistemi”, programı ve hizmetleri oluşturuldu. Liberal ekonomin mantığı ve ilkelerine göre devletin ekonomik hayata karışmaması gerektiği halde, 1940.larda geliştirilmiş olan ve yoksul vatandaşlara “bazı ekonomik hakların”  devlet sorumluluğuna verilmesi ve yasalarında devletin sorumluluğu altında yürütülmeye başlanması sonucunu doğurmuştur.  Özellikle Batı’nn gelişmiş kapitalist ülkelerinde verilmeye başlanan ekonomik haklar, vatandaşların yaşayabilmesi için temel ve zorunlu olan temel gereksinmelerini belli bir düzeyde karşılamayı amaçlamıştır.  Bu gereksinimler sağlık, eğitim, barınma, konut, yiyecek, giyecek, yakacak, gibi temel gereksinmelerdir. Bu saptanan hizmetlerin bazıları devlet tarafından bedava sağlanmış veya vatandaşlarına birer hak olarak verilmeye başlanmıştır. Bu haklar, devletin sorumluluğu altında olduğundan, hizmetlerde süreklilik, belli standartların gerçekleştirilmesi, niteliklerinin yerine getirilmesi, yine devlet tarafından sağlanması büyük çapta gerçekleştirilebilmiştir. Sözkonusu ekonomik ve bazı sosyal haklar, yasalarla da güvence altına alınmış olduğundan, hizmetlerden memnun olmayan vatandaşların, söz söyleme, şikâyet etme, dilekçe verme, mahkemeye başvurma gibi hakları da bir ölçüde sağlanmıştır.

 

Bütün bu “sosyal refah” veya “sosyal refah devleti” felsefesi altında, özellikle İskandinav ülkeleri, İngiltere, ABD, Kanada, Avustralya, Almanya,  Hollanda, İsviçre, Fransa, vs gibi Batı’nın gelişmiş ülkelerinde sağlanan sosyal güvenlik hizmetleri, ülkelerindeki vatandaşlarının yalnız “mutlak yoksulluk” durumundan kurtulmasını amaçlamıştır. Mutlak yoksulluk ise, asgari düzeyde bir gelirin ifadesi olup, ya vatandaşlarına iş sağlamak, ya da iş bulununcaya kadar, işsizlere işsizlik ödeneği vermek veya düşük gelirlileri ülke düzeyinde saptanmış olan belli bir gelir düzeyine ulaştırıcı destek yardımlarının sağlanmasından ibarettir. Bu da  sosyal güvenlik programının  bir ifadesidir.

 

.Mesleğin yönetimine imamlar atamaya fırsat veren ülke yönetimi,  sosyal demokrasi kuramının verebileceği sosyal güvenlik hizmetlerini Batı düzeyinde uygulamayı zaten gerçekleştiremezdi. Daha önce anayasaya yazılmış olan “ demokratik, lâik, sosyal hukuk devleti”.terimleri, halen  yeterli olarak uygulamaya konamamıştır. Aslında bütün asgelişmiş veya gelişmekte olan ülke yönetimleri  ve yönetimde olan siyasal partilerin  programlarına sosyal güvenlik veya benzer hizmet ve programlarını aldıkları halde onları  uygulamayışlerı, sosyal demokrasi kuramını tam olarak benimsememiş oldukalarındandır.

 

Unutmamak gerekir ki, Batı’nın gelişmiş kapitalist ülkelerinde vatandaşlarına sağlanan bu hak ve hizmetler yoluyla, yoksul vatandaşların çok rahat veya refah içinde yaşadıklarını düşünmek yanıltıcıdır. Bütün yoksul vatandaşlarına sağlanan gelir ya da hizmetlerin “asgari” bir düzeyde oldukları,  sadece  “mutlak yoksulluktan bir ölçüde kurtuldukları söylense bile, “görece yoksulluktan” hiçbir zaman kurtulmuş değildirler. Zaten 1940. larda  Batı’da sosyal güvenlik hizmetlerinin geliştirilmesi ile  doğuda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin bu alanda hem mutlak yoksulluğu ve hem de görece yoksulluğu

 

 

çözmüş olmasından sonraya rastlar. 1940. larda verilen hizmetlerin, Batı’da şimdi budanmaya başlamasının nedenini anlamak zor değildir.

 

  1. SOSYALİST SİSTEMDE İDEOLOJİ VE MESLEK SİYASASI

Sosyalist sistem, “emeğe ve eşit fırsata” en yüksek değeri verir.  Sosyalizm, işçi sınıfı ideolojisinin ürünü olduğu,  artı-değer ve sermaye sömürüsüne son verdiğinden,  gelir dağılımı ve bölgelerarası farklılıkların bulunduğu durumlarda, eşit fırsat ilkesini uygular. Sosyalizm,  iş alanlarında da herkese  eşit fırsat vererek,  işsizliği ortadan kaldırmaktadır. Liberal ekonominin sosyal demokrasi yoluyla sağlamakta olduğu ekonomik hakları sağlayan,  mutlak yoksulluğu gideren sosyalist sistem  bireyler,  aileler ve bölgeler arasında bulanan gelir farklarını da en aza indirmeye çalışarak,“görece yoksulluğu” ortadan kaldırmaya veya en aza indirmeye çalışmaktadır.

Bu bakımdan, Batı’da yoksullara devletin sorumluluğu altında verilmiş olan sosyal güvenlik program ve hizmetleri, sosyalizmin bir armağanı niteliğindir. Batı’nın gelişmiş ülkeleri, kendi sistemini soğuk savaş döneminde  şirin göstermek için sosyal güvenlik sistemini kurmuştur. Eğer böyle olmasaydı, 1940. larda  Batı’nın liberal ekonomilerinde, hem de ilkelerine ters olarak, kurdukları sosyal güvenlik sisteminin oluşmasını ve bugün bu hizmet ve programların budanmaya ve geri alınmaya başlandığını nasıl anlayacaktık?

Sosyalist sistemde, Batı’nın gelişmiş toplumlarında oluşturulan sosyal hizmet/sosyal çalışma adında bir meslek oluşturulmamış olsa da, emeği, eşit fırsatı  ve eşitlik ilkesini öne alan bir sistem, topyekun bir planlama ile geliştirilen sosyalist ekonomik sistem içinde, bu mesleğin kapitalist ülkelerde sağlamakta olduğu hizmetlerden çok daha etkili, yeterli ve yüksek standartlarda hizmetler sağlanmış olduğu bilinmektedir. Yani  öncelikle temelde ekonomik sorunları çözülmüş bir toplumda, müracaatçılara  diğer bireysel ve sosyal hizmetleri çeşitli sendikal kuruşuşlar, eğitim ve ceza ve islah kurumları, vs  vermekteydi.  Anlaşılacağı gibi, esas amacı ve görevi maddi yardım dağıtmak olmayan  bir meslek olan sosyal hizmet/sosyal çalışma mesleğinin uygulaması, maddi yardıma muhtaç olanların sorunları giderildikten sonra, daha az sıkıntılı, daha az stresli, çok daha  yeterli,  doyurucu ve etkili olacaktır . Elbette bu hizmetlerin kolaya alınmış olacağı anlamına gelmez. Nitekim temel gereksinimler karşılandıktan sonra, sistemin kendi içinde  daha kaliteli eğitim yapılmaya ve toplumun gelişme düzey ve standartlarına paralel yetkili ve etkili elemanlar da yetiştirilmeye başlanmıştı.

 

+ Bu konuda fazla bilgi için  bakınız, Ferit Berk, Sosyalizm Öldü mü?, Vesta Yayınları, Temmuz 2010.

Halen Türkiye yönetimi ve yönetimden yetkili bulunan siyasal parti, bırakınız sosyal demokrasiyi benimsemeyi, klasik demokrasiyi bile içine sindiremediğini göstermektedir. İktidarın “yardım anlayışı ise, feodal toplumun sadaka ve bahşiş anlayışıdır. Türkiye’de en azından gerçek  bir “sosyal demokrasi” uygulaması gerçekleştirilinceye kadar, sosyal güvenlik program ve hizmetlerinin uygulamaya konması düşünülemez. Sonuç olarak, mesleğin  gerçek anlamda gelişmesi sözkonusu olamaz.Bırakınız mesleğin gelişmesini, “özellere devretme” yoluyla meslek,  bütünüyle daha da geriye doğru yolalmaktadır.

+ Bu konuda  yazarın “Küreselleşme” adlı kitabında detaylı tartışmalar yer almaktadır.

Başka ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de sosyal demokrasiyi ilke edinen bir yönetimin gelmesi, belki  yukarda sayılan meslek sıkıntılarını aza indirgeyebilir. Elbette sermaye sınıfı izin verirse ve iktidar sermayenin çıkarlarına fazla dokunmazsa.

 

 

Sorunun esas çözümü, toplumda sömürünün ve  haksızlıkların yok edilmesi,  insan emeğine değerin öne alınması, eşit fırsat ilkesinin kabul edilmesi ve uygulamasıyla,

barıştan yana olan,  insan onuruna yakışır bir toplumsal yaşayışın oluşturulmasıyla mümkündür.

 

FIRASAT EŞİTLİĞİ HAKKINDA BAZI ÖNERMELER:

 

1. FIRSAT EŞİTLİĞİ ULUSLAR, TOPLUMLAR, GRUPLAR (azınlıklar, etnik gruplar, göçmenler vs.) VE BİREYLER ARASINDAKİ MESAFEYİ AZALTIR;  DOSTLUK DUYGULARINI VE SEVGİYİ GELİŞTİRİR.

 

2. FIRAST EŞİTLİĞİ, HER TÜRLÜ HUZURUN, BARIŞIN, ADALEETİN, DOSTLUK VE KARDEŞLİK DUYGULARININ TEMELİDİR.

 

3. FIRSAT EŞİTLİĞİ, DİĞER BÜTÜN HİZMETLER VE MESLEKLERDE OLDUĞU GİBİ, SOSYAL HİZMET/ SOSYAL ÇALIŞMA MESLEĞİNİN DAHA YETERLİ, DOYURUCU, ETKİLİ VE YÜKSEK STANDARTLARDA GERÇEKLEŞTİRİLMESİNİ SAĞLAR.

 

4. FIRSAT EŞİTLİĞİ, EKONOMİK ALANDA BAŞLAR, EĞİTİM, SAĞLIK, SOSYAL VE KÜLTÜREL ALANLARDA TAMAMLANIR.

 

5. FIRSAT EŞİTLİĞİ, BİREYİN ANA KARNINDAN İTİBAREN AİLE İÇİNDE, GRUP VE İÇİNDE YAŞANAN ÜLKE VE ULUSLAR ARASI DÜZEYLERDE GERÇEKLEŞTİRİLMESİ VE UYGULANMASI GİBİ,  ÇOK GENİŞ BİR KAPSAMA SAHİPTİR.

 

6. FIRSAT EŞİTLİĞİ, ULUSLARARASI VE TOPLUMSAL DÜZEYLERDE KURULMADIĞI SÜRECE,  TAM OLARAK GERÇEKLEŞEMEZ VE KENDİSİNDEN BEKLENEN İYİLİKLERİ TAM OLARAK VEREMEZ.

 

7.FIRSAT EŞİTLİĞİ, BİREYLERİN ZİHİNSEL, FİZİKSEL,  SOSYAL VE KÜLTÜREL KAPASİTELERİNİ TOPLUMUN YAŞAM DÜZEYİNİ GELİŞTİRİR.

 

 

 

Yazarın yakında basımı yapılacak olan farklı sistemlerde “KARŞILAŞTIRMALI SOSYAL REFAH PROGRAM VE HİZMETLERİ ” adlı çalışması, bu konuları daha geniş şekilde içermektedir.

 

 

 

KAYNAKÇA

 

 

 

FERİT  BERK

Emekli Öğr.  Görevlisi

 

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.