Laik Devlet;Sosyal Hizmetler Ve Hayırseverlik

0

İstanbul Üniversitesi Sosyal Hizmetler Bölümünden Doç.Dr İsmet Galip Yolcuoğlu son yaşanan “Gezi Park” olaylarına yönelik görüşlerini google meslek gurubunda paylaştı.Bu paylaşımda yer alan bilgilerin arasında   “Koktaş;2011″ ın  “..din-siyaset ilişkileri ya da laiklik etrafında ve dolayısıyla devletin ve dinin konumuna ilişkin tartışmalar oluşturmaktadır ” şeklinde ki Türkiye’ deki duruma yönelik bir değerlendirme aynı zamanda  Türkiye’deki Devletin niteliği ile de ilgili “Laiklik” ilkesine yönelik bir bakışı/yaklaşımı da yansıtmaktaydı.

Burada da görüleceği bu konumlandırma ve değerlendirme “Din” ile “devlet” üzerinden yapılmakta olup bilindiği gibi “Din” ; “İslamiyet” ,”Hiristiyanlık” ya da “Musevilik” gibi kadim değerlerlerle belirlenen doğma değerlerin/inancın bütünüdür..

Halbuki devletin resmi bir dini olan ve Kraliçenin aynı zamanda dini lider olduğu   İngiltere’ nin “laik” olmayan ancak “seküler” yapısından/yönetim modelinden farklı olarak  Kıta Avrupasında bir çok açıdan önemli farklılıklar vardır. Özellikle Fransa’daki “Laik” lik uygulamasında  dinsel değerlerin uygulanmasına yönelik “Din” işleri ile ilgili “kilise” gibi kurumsal yapıyla , “Devlet”‘in kurumsal yapılarıyla ilişkisi ve konumlanması tarihsel süreçte dünyevileşmiştir. Manevi ve ahlaki bir olgu olmaması yönünde de  tarafsızlaştırılmıştır. “Din” in içeriği ve işleri ise teolojik ve bir “inanç”  boyutu olarak değerlendirilip konumlandırılmıştır. Tüm inançların “ifade özgürlüğü” ile kendilerini ifade etmeleri ve de  “neden?” soruna yanıt aranmasıda ayrıca güvence altına alınmıştır.

Dolayısıyla yargı,eğitim,sosyal hizmet,sağlık gibi kurumsal/teknik ve kamusal hizmetleri Yurttaşlık bağlamında yurttaşlara vermekle yükümlü olan “Devlet” kurumunun ve siyasetin  “din”in içeriği ve işleriyle  de ilişkilerindirilmemesi hedeflenmiştir..Bu yönde de  ayrışmıştır.(Kıta Avrupasında kamu ve özel hukukun ayrı şekilde ele alındığı Roma Hukuku felsefesi yerine Commen Law/Anglosakson Hukukukun uygulandığı İngiltere’de mahkemelerin “Majestelerin” mahkemesi olduğu da bu arada unutulmamalıdır.) Bu hedefler bağlamında sosyal ve siyasal sorunların çözümüde tarisel bir mücadele sonunda dünyevi değerlerle şekillenen Pozitif Hukuka taşınmıştır.Dinsel değerlere dayalı topluluk kardeşliği,tarihsel süreçte önce yurttaş temelli kardeşliğe daha sonra “insan” odaklı  evrensel kardeşliğe dönüşmüş ve evrimleşmiştir.

Ancak Roma Hukukun uygulandığı ve de İsviçre Medeni Kanunun  “Türk Aydınlanma” süreci bağlamında uyarlandığı  Türkiye de ise “Laiklik”  zaman içinde kısaca “Din ve Devlet ilişkisinin düzenlenmesi” şeklinde söylemleştirilmiştir.Dinsel değerlerin uygulanmasına yönelik “Din işleri ” bağlamındaki  kurumsal yapı ile ilgili Kıta Avrupasındaki uygulanan boyutsa nedense öne çıkarılmamıştır.Din işlerine yönelik dinsel kurumsal yapının ayrışması gerekliliği de bunun sonucunda öne çık(a)mamamıştır.Kavramsal ve yapısal sorunlara da  neden   olunmuştur..

Bu bağlamda da “Laiklik” in ;   “Devlet” in ,  din işleri ile ilgili kurumsal yapısıyle ilişkilerini düzenlemesi yerine “İslamiyet” ile  ilişkili olduğu yönünde de bir algı oluşmuştur.Oluşturulmuştur.  Teolojik boyutla da  bir içiçelik söz konusu olabilmiştir..   Hukuk Devletine rağmen dinsel değerler de  sosyal ve siayasal açıdan belirleyici olarak öne çıkabilmiştir..Böyle bir yaklaşım ve uygulama ise  Türkiye’ye deki uygulamayı oldukça özgün kılmaktadır.Kıta Avrupasındaki uygulamadan da farklılaştırmaktadır ve de uzaklaştırmaktadır

Buna bağlı olarak ise .bir Teolojik boyutu içeren “Din”in/İnançların ve dinsel değerlerin(veya İslamiyetin)  “Devlet”e karşı korunması şeklinde bir değer ve algının oluşabildiği ve   bir hedefe dönüştüğüde öngörülebilinir.Hatta “Laik”liğin bir din karşıtlığı veya “Dinsizlik” olduğu da ileri sürülebilinmektedir.

Halbuki, “Modernleşme”den farklı olarak “Aydınlanma” sürecinin bir ürünü olan “laik” insan ancak “laik” bir devlette varolabilir. Ayrıca;modernleşmenin de bir parçası olan “sekülerlikten” farklı olarak devlet yönetiminin herhangi bir dini referans almamasının yanı sıra dinler ve inançlar karşısında tarafsız olmasını savunan “Laiklik” ilkesi;  bir Hukuk devletinde uygulamaya geçirilemediği ve  ötekileştirmede araçlaştırıldığı takdirde ise bir bireyin  “yurttaş” olarak topluluk değerlerini belirleyen dinsel kuruma karşı özgürleşebilmesinide engelleyebilmektedir.Özgürlük alanlarınıda daraltabilmektedir

Örneğin bu konuda “sosyal hizmetler”in  dinsel bir değer olan “hayırseverlik” üzerinden bir kamusal hizmet olarak verilmesi de  aslında bu engellemeye önemli bir  katkı verebilmektedir.Bireylerin dinsel değerler açısından günahtan arınmalarında ve de topluluk kardeşliğine dayalı sosyal dayanışmasına yönelik   “hayırseverliğin” özellikle Kıta Avrupasında yaşanan Aydınlama Süreci sonucu “Yurttaş/Medeni Hukuku” üzerinden  “Sosyal Hizmetler” şeklinde dünyevileşmesi, “Yurttaş”ların “yönetim” erkine karşı bir birey olarak özgürleşmesinde ve sosyal adaletin sağlanmasında önemli bir araç olmuştur.Yurttaşlık temeline dayananılarak topluluk değerleri yerine İdare tarafından bir yükümlülük olarak verilmeside “Yurttaş Hukuku/Medeni Hukuk” kapsamında güvence altına alınmıştır.

Son “Gezi Park” olaylarına bu açıdan bakıldığı takdirde, toplumsal ve siyasal açıdan ortaya çıkan kutuplaşmada  / ötekileştirmede ,/ ayrışmada / paralel yaşamda  sosyal hizmetlerin bir kamusal hizmet olarak verilmesindeki  yaklaşımın , uygulamaların ve tercih edilen yöntemlerinde  önemli bir katkı verdiği özellikle öngörebilinir..

Bunda 2004 yılında iç hukukun bir parçası olan Avrupa Sosyal Şartında yer alan Sosyal Koruma ile ilgili Sosyal Hizmetleri ilgilendiren yükümlülüklerin  bir hak olarak benimsenmemesi , içselleştilmemesi ,yünetim erki tarafından uygulamaya yanısıtılmaması vede bu  konunun  hem akademik hem teknik/mesleksel olarak  sorgulanmamasıda önemli bir etken olabilmiştir..Hak sahibi Yurttaşların bu haklarına ulaşımlarıyla ilgili hukuki zeminde bu bağlamda görmezden gelinmiştir.

Örneğin   “vakıf” tüzel kimliği üzerinden oluşturulan yapılanma ile  kaynağı kamu kaynaklarınca karşılanan  “sosyal yardım” uygulamasındaki bu Hukuka aykırılık değerlendirilmeye alınmamıştır.Sosyal Adalete ve dayanışmaya yönelik bu yönde oluşturulan  kendine özgü yanıltıcı yapı (ki muhteşem bir bürokratik beceridir) bağlamında hak aramanın “özel” hukuk yerine “idari” hukuk üzerinde olmasına yönelik hem hukuksal hemde yapısal bu sorun ile ilgili şimdiye kadar hiç bir çaba da maalesef ortaya konamamıştır.Ayrıca ,bu durum hazırlanan taslak çalışmalarada aynen yansımaya devam ettirilmiştir. Fakat somut bir tepki de veril(e)memiştir.26.6.2013 tarihinde TBMM ne sunulan kanun tasarısında yer alan bazı düzenlemelerde bu yönde yeni bir örnek teşkil etmektedir.

Bu açıdan sosyal hizmet topluluğunun bu konudaki duyarlılığı ve de düzeyide bu süreçte önemli bir gösterge olmaktadır.  Bu yöndeki toplumsal sorumluluğunu ne ölçüde yerine getirildiğide ayrıca sorgulanır olabilmektedir..Ancak bunun içinse   özgür “Yurttaş” olmak isteyen  özgür “birey”ler;özgür “Sosyal Hizmet Uzmanları”da gereklidir.

Fakat konu aslında bilindiği gibi çok boyutludur.Derinde bir konudur.Ayrıca bu yönde  kutsanmış kavramlar ve görüşler de bulunmaktadır.Yeniden ve başka açılardan  tartışmayıda bunlar engelleyebilmektedir. “Gezi Park” olaylarıyla somutlaşan sosyal ve siyasal kutuplaşma ile ilgili gelinen bu nokta ise özellikle bu gerekliliği daha arttırmaktadır.Bu yönde sosyal hizmet topluluğuna da  bir sorumluk yüklenmektedir.. “Toplumsal saygınlık” denilen şeyin ise  öyle kolay bir şekilde kazanılmadığı bilinciyle.bu sorumluluğun yerine getirilmesi dileğiyle…Urla.2.7.2013

 

Nihat Tarımeri

 

Not:1)İç hukukun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9 uncu Maddesi “Düşünce,vicdan ve din özgürlüğü” ile ilgilidir.  Düşünce,vicdan,inanç ve “din” eşit olarak konumlandırılmış ve değerlendirilmiştir.10 uncu Madde ise ifarde özgürlüğü ile ilgilidir.

2)Devlet ve Din işlerinin ilişkileri bağlamında yapılan tartışmalarda Laiklik ve Sekülerlik arasındaki kavramsal ve yapısal farklılıklara rağmen devletin  resmi dini olan ve Kraliçenin dini lider olduğu Birleşik Krallık/İngiltere ‘deki uygulama sık sık örnek olarak gösterilmektedir.Bu örnek verilirken parlamenter sistemin bir parçası olan Lordlar Kamarasına başında bulunduğu Anglikan Kilisesinden 24 kişinin Kraliçe tarafından atandığı bilgisi ve hukuksal farklılıkların  nedense gündeme getirilmediği de görülmektedir.

3)Gene bu kapsamda sosyal hizmet uygulamalarıyla  bağlantılı olarak sık sık dinsel toplulukların ve STK ların  bu hizmetleri verdikleride dile getirilmektedir.Bu yönde de Almanya’daki uygulamalar örnek olarak gösterilmektedir.Bu örnekleme yapılırken tarihsel sürece bağlı olarak 1945 tarihli Alman Federal Anayasasına taşınan 1919 Weimer Anayasındaki “din ve dinini topluluklar” ile  ilgili düzenlemeler de birlikte değerlendirmeye alınmalıdır.”Devlet kisesi yoktur” şeklinde düzenlemelerin yer aldığı bu bölümde din işleri ile ilgili hizmetlerin kamusal açıdan ayrı bir yapılanması ve dünyevi değerlerinde işlerlik kazandığı  birlikte görülmelidir.Topluluk üyelerinin onayı ile toplanan vergiden ise belli bir oran bu hizmete yönelik bir kesinti yapıldıktan sonra  dinsel topluluklara (kiliseye) yapılırken bireyler bu ödemeyi geri de talep edebildiği gibi uygulamalarda görülmelidir..Gene örneğin hayırseverlik bağlamında dinsel topluluklar tarafından verilen sosyal hizmet yapılanmaları Yurttaş Hukuku bağlamında bir tüzel kişilik olarak yapılandırılırken hizmetten yararlananlar ile ilgili hukuksal sorunlar ise özel hukuk yerine  idari hukuk kapsamında değerlendirilmektedir.(Türkiye’deki uygulama ile karşılaştırıldığında ise   Vakıflar tarafından kamu kaynakları ile yapılan  sosyal yardım adındaki işlem ile ilgili ortaya çıkan hukuksal sorun İdari Mahkeme yerine Asliye Hukuk Mahkemesinde değerlendirmektedir..) Bu nedenden dolayı İngiltere örnek olarak gösterildiğinde bu ülkedeki  resmi bir “din” in kurumsal olarak var olduğu veya Almanya’nın federal bir yönetimsel yapısnın olduğuda mutlaka değerlendirilmesi gereken unsurlar olmaktadır.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.