Sosyal İnceleme Raporları Kendimizi Hiç Kandırmayalım

0

KENDİMİZİ HİÇ KANDIRMAYALIM!!!

Nihat Tarımeri
Sosyal Hizmet Uzmanı

“ Efendi-Köle” ilişkisinin olduğu yerde eğitim de kültür de bir işe yaramaz.

Değerli genç meslektaşlarım; değerli dostlar…

Değerli bir meslektaşımızın geçenlerde gündeme getirdiği Sosyal İnceleme Raporu (SIR) ile ilgili son duruma yönelik bazı görüşlerimi yurtdışındaki mesleki deneyimlerimle birlikte kısaca paylaşmak isterim. Bilindiği gibi bu konu sadece mesleksel değildir. Doğal olarak hem vergi verenleri hem de uluslararası sözleşmeler bağlamında hak sahibi YURTTAŞLARI da ilgilendiren insan haklarıyla da ilgili birçok boyutu da içermektedir. Çünkü; gelinen noktayla “sosyal hizmetler” insanın özgürleşmesinde temel bir araçtır. Eksikliği ise özgürleşmeyi engelleyen bir unsur olabilmektedir… Dolayısıyla kamusal bir hizmet bağlamında idari bir teknik görev ve yükümlülük olarak verilmesi gereken sosyal hizmetlere ulaşımda SİR ayrı bir önemdedir. Bu önem, bu raporu düzenleyenler için de hem insani hem mesleksel hem de idari ve hukuksal sorumlulukları da doğal olarak beraberinde getirmektedir. Bir çocuğun tüm hayatının karartılmasına veya bir insanın ölümüne neden olabilecek kadar önemdedir… Konuya bu açıdan bakıldığı takdirde SİR sadece bir başvuru formu veya hayırseverliğin/yardımseverliğin bir parçası değildir. Asla da olmaması gerekmektedir. Bu düşünceyle konuyu ve durumu kısa kısa bazı başlıklar altında ele almak istiyorum.

1. Yansıtıldığı ve anladığım kadarıyla bu konuda tartışılan “Sosyal İnceleme Raporu(SİR)” nun daha çok ASPB tarafından uygulanan Sosyal Ekonomik Destek çalışmaları ile ilgili olduğu ve de SİR’in böyle bir çalışmada araç olduğu görülmektedir. Başvuru yoğunluğuna bağlı olarak da bir seri üretim söz konusudur. Bu endüstriyel üretim sırasında ortaya çıkan defolu ürünlerde tartışma konusu edilmektedir. Kamu kaynaklarının harcanmasıyla ilgili bu şekilde yapılandırılmış bir uygulamada ise uygulamanın yürütücüsü olan “idare/yürütme” veya işveren için ise nitelik yerine niceliğin öne çıkarıldığı gözlenmektedir… Böyle bir endüstriyel üretimde hizmet alanında pek bir şikayeti bulunmamaktadır. Bu konuda uygulamanın niteliğiyle ilgili hukuksal alana taşınmış bir durumda şimdiye kadar kamuoyuna yansımamıştır.
Dolayısıyla teknik olarak bakıldığında “hayırseverlik” veya “yardımseverlik” üzerinden şekillendirilen böyle bir uygulamaya teknik içerikte bir sosyal hizmet uygulaması demek ne ölçüde doğrudur sorusuna öncelikle bir yanıt aranması gerektiğini düşünüyorum. Yanıt(lar) bulunmadan mesleğe yeni atılmış meslektaşlardan talep edilen SİR raporlarının işlevi yerine içerik ve niteliğini sorgulamanın ne ölçüde gerçekçi olduğu sorusuna öncelikle bir yanıt bulunmalıdır.

2. Bir Laik/Seküler, Sosyal ve Hukuk Devleti ilkelerini benimsemiş “Modern Devlet”; bilindiği gibi hukuk, sağlık, eğitim gibi teknik kurumsal yapılar üzerine yapılandırılmıştır. Yurttaş ve vergi verenin öne çıkarıldığı böyle bir yapılanmada ise “hayırseverlik“ de tarihsel süreç içinde teknik olarak “sosyal hizmetlere” kurumsal olarak dönüşmüştür. Çocuk ve gençler dahil yurttaşların sosyal hizmet yöntemleriyle korunup kollanmaları da “Yurttaş/Medeni Hukuku” bağlamında öncelikle bir idari görev olarak öngörülmüştür. Kurumsallaşmış ve yapılandırılmıştır. 1900 yılların başından beri de hukuk kurumuyla birlikte bir evrim geçirmiştir. (Buna yardımseverliği de dahil edebiliriz) Konuya hem bu evrim hem kurumsallık hem de Kıta Avrupa’sındaki uygulamalar açısından baktığımızda Türkiye’ye ki başta sosyal yardım ve sosyal hizmet uygulamalarını hala teknik bir sosyal hizmet uygulaması olarak değerlendirmek oldukça zordur. Bu zorluk, 2004 yılından sonra ve Bakanlığının adının “Sosyal Politika” olarak tercih edildiği bir yerde daha da artmıştır. T.C.Anayasasında da öngörülen devlet ilklerine de aykırılıklar içeren böyle bir durum kadına şiddet veya çocuk istismarı gibi güncel konularla da ilgili olmasına rağmen toplumu, vergi verenleri özellikle de hukuk kurumunu da ayrıca rahatsız etmemektedir. Buna akademik ve mesleksel zayıf tepkileri de dahil edebiliriz. En azından tarihi bir özellik taşıyan “Çocuk Esirgeme Kurumu”nun TBMM’de bir maddeyle ortadan kaldırılmasına bile hiç bir tepkinin gösterilmiş olmaması da somut bir acı örnektir. Demek ki böyle bir “tarih”; bir övünç kaynağı olarak sık sık dile getirilen bir “ecdat tarihine” bile ait değilmiş…

3. İşte böyle bir yapılanmada koşulları belli olmuş kamusal bir uygulamada her başvuru için SİR raporunun düzenlemesi teknik ve idari açıdan ne kadar ve de ne ölçüde doğrudur. İç hukukun bir parçası olan Avrupa Sosyal Şartı bağlamında idare tarafından sosyal hizmet yöntemleriyle verilmesi gereken teknik hizmete dönüşmedikçe böyle bir SİR raporu düzenlemenin bir hak sahibi olan yurttaşa ne yararı bulunmaktadır??? Ki böyle bir uygulamaya dönüş(e)mediğinden dolayı kısmen de olsa bazı yakınmaların olması böyle bir hedefin olmadığını da göstermektedir.

4. Diğer yandan; böyle bir yapılanma ve yaklaşım içinde yönetimsel olarak idari kamusal görevlerle, teknik içerikli görevler arasında ne ölçüde somut ayırım yapılmaktadır. Bunun yapılmamasına da bağlı olarak SİR gibi hem hak sahibinin haklarını kollayıcı hem de kamu kaynaklarının doğru ve verimli kullanılacağının belirlemesinde temel bir araç olan SİR, ne ölçüde etkin kullanılmaktadır. Ne ölçüde; idarenin/yürütmenin örneğin Sosyal Yardımlaşma ve Yardımlaşma Vakıfları üzerinden oluşan keyfiliklerini ortadan kaldırabilmektedir? Bir “hayırseverlik örneği olan hukuka aykırı uygulamayı ne ölçüde engelleyebilmektedir? İnsanların özgür olmalarına ne ölçüde katkı verebilmektedir? Bir kamu hizmeti olarak ileri sürülen hizmetlerin ne ölçüde vergi verenler ve hak sahibi yurttaşlar açısından sorgulanmasına zemin hazırlayabilmektedir?? Nasıl bir katkı verebilmektedir…

5. Ayrıca; yurtdışındaki uygulamalarda olduğu gibi örneğin doğrudan bir vakaya yönelik ve ona karşı sorumluluk içeren teknik uygulamalarda imza yetkisini de içeren doğrudan teknik bir mesleksel uygulamadan da söz etmek oldukça zordur. Anayasa değişikliğine rağmen 2004 yılından beri bir yükümlülük olarak öngörülen sosyal hizmet teknik uygulamaları hala “idari/yürütme vesayeti” kapsamında verilmektedir. (Buna en güzel örnek yazışmalardaki usüldür.) Böylece yurttaşa yönelik haklarının kullanılabileceği sorgulanır teknik bir hizmetten de söz edemeyiz. Üstelik; idarenin/yürütmenin “hayırseverlik”, bazı belediyelerin ise “yardımseverlik” yerine teknik bir uygulamaya yönelik istek ve niyetinin varlığından da söz edemeyiz. Bunun yerine herkes tarafından yapılabilir “Zekat”Memurluğu” gibi bir istihdam politikası tercihi ise yapılan yasal düzenlemelere ve uygulamalara da rahatlıkla yansıyabilmektedir.

6) Bu açıdan bu gibi yapısal içerikli sorunlar sorgulan(a)madığı sürece mesleğe yeni atılan genç meslektaşların günah keçisi yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Çözüm olarak ise bunun eğitimle aşılacağını düşünmek ve önermek ise “ben bu konuda iyiyim” demenin yanı sıra var olan yapısal sorunun perdelenmesine de önemli katkı vermektedir. Şayet ortada nitelik açısından sorunlu SİR raporları varsa ve bunlara göre bir idari işlem söz konusu ise aslında böyle bir raporu işleme alan yetkili kişinin de hukuksal açıdan sorumluluğu daha fazla bulunmaktadır. Sorgulanabilinir idari bir kusurda oluşmaktadır. Özellikle de uygulama yönetmeliğine bakıldığında SİR ve içeriğiyle ilgili oldukça detaylı yükümlülüklerde getirilmiştir. Aslında, teknik bir mesleksel yetkinliği ve beceriyi yansıtan bir rapor yerine daha çok bir başvuru formuna dönüştürüldüğü de görülmektedir. Böylece idari açıdan şekilsel bir işlevde kazandırılmıştır. Buna rağmen SİR raporlarının içeriğinde ve niteliğindeki sorunlardan bahsediliyorsa o zaman asıl sorgulanması gereken yapısal ve idari başka önemli sorunlar var demektir.

7. Ek olarak belki de şu soruyu sormak veya şu bilgiye de ulaşmakta gerekmektedir. Yönetmeliğe veya mesleki deneyim ve becerinin en üst düzeyde içeriğine yansıtıldığı bir raporun sonuç olarak uygulamaya v ede özellikle hak sahibine nasıl bir katkı sağladığını ve farklılık getirdiği de somut olarak bilinmelidir. Bu arada ayrıca şundan da emin olmak gerekmektedir. Muhtemelen bu açıdan eleştirilen yeni meslektaşlarımızın da SİR’lerin içerik olarak şimdi olduğu gibi nasılda sorunlu olduğunu bir veya iki sene sonra mutlaka dinlendirecek olmaları da bu tartışmanın ayrı bir gerçeğidir.

8. Aslında SİR’lerle ilgili konunun bir de 2005 yılında yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ile ilgili daha da önemli bir boyutu da vardır. Rahatlıkla “Çocuk Koruma(ma)Kanunu” diye de adlandırılabilinecek olan ve bu adlandırmayı uygulamalarıyla gün geçtikçe daha da kanıtlayan bu kanun ile Türkiye’ye özgü bir uygulama Türkiye Cumhuriyetinin çocuk ve gençlerine uygun görülmüştür. Ayrı bir gençlik ceza uygulaması yerine çocuk ve gençlerin kamusal açıdan korunmasıyla ilgili bir uygulama bu kanun ile birlikte düzenlenmiştir. Genel teknik uygulamalardan farklı olarak ceza hukuku uygulamalarıyla medeni hukuk uygulamaları birleştirilmiştir. Bu kapsamında kurulan ceza mahkemeleri aynı zamanda medeni hukukla ilgili karar verici bir konuma da getirilmiştir. Gene tercih edilen bu yaklaşımla çocuk mahkemeleriyle birlikte çocuk ağır ceza mahkemelerinin kurulması sağlanmıştır. Dünyada başka bir örneği olmamasına rağmen çocuklara ağır cezaların verileceği de benimsenmiştir. Buna ek olarak tanımı yapılmamış “sosyal çalışma” alanı için “sosyal çalışma görevlisi“ gibi kendine özgün bir görevli kadrosu mahkemeler içinde karar verene bağlı oluşturulmuştur.

9. TCK’nun 31 inci maddesi bağlamında da, ceza sorumluluğunun 12 yaşından sonraki çocuklar için bir yetişkin gibi var olduğunun kabulüyle birlikte 15 yaşına kadar olan çocuklarda bu sorumluluğunun varlığının belirlenmesinde SİR bir araç olarak öngörülmüştür. “İşlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin” varlığının ise belirlenmesinin aslında sağlık alanı kapsamında değerlendirilmesi gerekirken bu işlev adil yargılama ilkelerine ve Çocuk Hakları Sözleşmesine aykırı olacak şekilde SİR üzerinden işlevselleştirilmiştir. Dolayısıyla bir evrime dayalı olarak çocuk ve gençlerin yetişkinlerden farklı olarak ele alınması ve de bu konuda yargıçların takdir yetkilerini de daraltmaya yönelik SİR (veya Sosyal Araştırma) nun düzenlenmesi böyle bir beceri sonucu mahkemede görevlendirilen görevli kişilerce yapılması olanaklı hale getirilmiştir. Karar verme sürecinde çocuk ve gençlerin yarar ve esenliklerinin gözetilme yükümlülüğünü ve bunun sorgulanması da böylece engellenmiştir.

10. Buna bağlı olarak sosyal çalışma görevlilerinin olması gereken tarafsız ve bağımsızlıkların ortadan kaldıracak şekilde karar verici mahkemeye özlük hakları dahil yanlış bir şekilde konumlandırılmalarının yanı sıra en azından bu yönde olması gereken teknik mesleki beceri ve yetkinlikleri de gelişen süreçte daha da sulandırılmıştır. Önemsizleştirilmiştir. Çocuk ve gençlerin yaşadıkları sosyal koşulları ve asıl önemlisi gelecek beklentisine yönelik ihtiyaçların bir delil niteliğinde ortaya koyması gereken SİR in bu özelliği ve işlev yeteneği kaybettirilmiştir. Avukatlık hizmetinin niteliğine de bağlı olarak dosyada olması gereken bir şekil unsuruna da dönüş(türül)müştür.

11) Böylece 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanun’undan uyarlanan Türk Ceza Kanun’ un’daki “ceza “ ve “cezalandırmaya” odaklı kısasa kısas yaklaşımın çocuk ve gençler için devamı da sağlanmıştır. En azından TCK’nun 31 maddesinin uyarlandığı İtalya’daki 1930 yılındaki dönüşüm bile 2014 yılında olunmasına rağmen hala yansıtılamamıştır. Uygun görülmemiştir. Çocuk” yerine “ceza” ve öncelikle bu konudaki “yetki” korunur olmuştur. Üstelik böyle bir uygulama oldukçada benimsenmiştir. Son dört sene içinde bu uygulama kapsamına giren çocuk ve genç sayısının %40 artış olması bile bir tepkinin oluşması nedende olamamaktadır. Ayrıca uygulamaya bakıldığı takdirde özel uzmanlık mahkemesi olarak kurulan bu ceza mahkemelerin aldıkları kararlar açısından diğer ceza mahkemelerinden farklı olmadıkları da görülmektedir. Adları ve yetki yaşı dışında bir farklıları da olmadığı için artık varlıklarının da sorgulanması gereken Çocuk mahkemelerin kurulmadığı yerlerde bu konudaki davalara bakan yetişkinlere yönelik mahkemelerin bile yaptırım açısından bu mahkemelerden daha toleranslı kararlar verdikleri de görülmektedir. Bu sonuçla bağlamında çocuk mahkemelerinde görevlendirilen sosyal çalışma görevlilerinin düzenledikleri SİR’lerin çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi açısından bir etkinliği ve işlevi olmadığı da görülmektedir. Sosyal çalışma görevlilerinin ise bu yönde ayrı bir katkı vermedikleri de anlaşılmaktadır.

12. Aslında sorununda kaynağının ceza hukukuna ve çocuk ve gençler dahil bireylerin bir kamusal hizmet kapsamında korunup kollanmasıyla ilgili yaklaşıma dayalı yapısal olduğu öngörülebilinir. Özellikle teknik olarak kamusal müdahale yetkisini de içeren resmi vesayet kururumu gibi sosyal hizmet uygulamaları açısından gerekli olan idari bir vesayet kurumunun/yapılanmasının medeni hukuk kapsamında şimdiye kadar oluşturulmaması da bu sorunlardaki temel etkenlerden biridir. Bu yaklaşım ve sorun 2005 yılında da aynen devam ettirilmiştir. Çocuk ve gençlerin korunup kollanmasıyla ilgili olması gereken böyle bir uygulama gene bu kanunla bir yargısal görev olarak yapılandırılmıştır. İdare ise sadece bakım hizmeti vermekle sınırlandırılmıştır. Böylece çocuk ve gençlerin korunup kollanmalarıyla ilgili “kamusal” bir taraf olma konumu zayıflatılmıştır. Bu yönde de bir kargaşa yaratılmıştır. Özellikle idari bir işlemin ve sorumluluğunun yerine getirilmesinde önemli bir araç olan SİR’nun işlevi de Kıta Avrupasındaki uygulamalardan da farklılaştırılmıştır. (Türkiye’nin de dahil olduğu Roma Hukuku sistemi yerine Anglo-Sakson Hukuk sisteminin uygulandığı İngiltere de bile SİR’ları yargısal süreçte kanıta dayalı uygulamanın parçası olarak nitelik ve işlevi kuvvetlendirilmiştir. )

13. Dolaysıyla SİR’nın yargısal uygulamalardaki işlevi bu açıdan değerlendirildiğinde olması gereken işlevinden farklı olarak araçlandırılması da SİR’lerin niteliği ve içeriğiyle ilgili bir sorun değildir. Uygulama yönetmeliği gene gayet açık bir şekilde içerikte olması gereken bilgileri somut bir şekilde belirtmektedir. Buna bağlı olarak nitelik ve içerik açısından sorunlu olabilecek bir SİR in uygulamada karar verici tarafından kabul edilmesi ise bunu işleme alanın öncelikle sorumluluğundadır. Veya hak ihlali açısından avukatlık hizmetiyle ilgili bir ihtiyacı öne çıkarmaktadır. Bu yüzden gündeme getirilen SİR’nın nitelik sorunu ve buna bağlı olarak bunun eğitimle giderilmesi gibi öneriler böyle bir temel sorununun çözülmesi yardımcı olamayacağı gibi asıl sorunların görmezden gelinmesine neden olabilmektedir. Bu yöndeki öneriler aynı zamanda bu raporu düzenleyen kişilere yönelik hem psikolojik hem de mesleksel bir baskı oluşmasında etken olabilir.

14. Sonuç olarak bakıldığı takdirde ceza yargılaması sürecinde yanlış bir şekilde işlevselleştirilen SİR’lerin nitelikleriyle ilgili sorun genç meslektaşlarımız için ayrı bir sorun oluşturmaması gerekir. TCK’nun 31 maddesine dayalı uygulama ortadan kaldırılmadan ve de ceza sorumluluk yaşını 15 çıkaran ayrı bir gençlik ceza uygulaması Türkiye Cumhuriyeti çocuk ve gençlere uygun görülmediği sürece fazla yapacakları bir şey olmadığı da böyle bir uygulamanın bir gerçeğidir. En azından 9 seneden beri mahkemelerde bu konuda rapor düzenleyenlerin düzenledikleri raporların etkinliği de ortadadır. En son kamuoyuna yansıyan bazı olaylara bakıldığı takdirde Çanakkale’de 13 yaşındaki çocuğa yönelik açılan dava ve gelişen süreç küçük bir örnek iken en son Kahramanmaraş’ta 27 TL için 16 yaşında bir gence öngörülen 27 aylık net hapis cezası kararı ve bu kararı verenin sosyal çalışma görevlisinin de yer aldığı bir çocuk mahkemesi olması da böyle bir gerçeğin şamarı olmaktadır.

15. O yüzden kendimizi hiç kandırmamıza gerek yoktur. Bu mesleğe yeni başlayanlar için sadece mesleksel zorlukların yanı sıra vicdan ve insani duyguları için zor günlerin beklediği de bir gerçektir. Önce İNSAN olmayla birlikte bu zorluk bazen Türkiye’deki meslek seçimi de dayalı olarakta oldukça zordur. Özellikle yurtdışındaki meslek seçimini Türkiye’deki uygulamayla karşılaştırdığımızda yurtdışında meslek seçiminin kişilik yapısına göre belirlendiği eğitim sisteminin de buna göre inşa edildiği önemli bir farklılık olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece kişilerin, kişiliklerine uygun mesleklerinde çalışmaları hedeflenmiştir. Türkiye’de ise bu yön oldukça eksik olup mesleğin kişiliği belirlemesinde etkisi olduğu genellikle görülmektedir. Mesleki uygulama yerine “memurluk” veya buna bağlı olarak “koltuk” öncelik kazanmaktadır. Buna bağlı olarakta ortak bir mesleki etik değerler oluşamamaktadır. Bunun yerine ise yanlışta olsa gelenekselleşmiş davranışlar bunun yerini almaktadır. Bu nedenden dolayı genç meslektaşların her iki açıdan da durumları oldukça zordur. Öte yandan özellikle sosyal hizmet gibi insan odaklı çalışan mesleklerde hem kişisel insani sorumluluk hem de mesleksel teknik sorumluluğu taşımak öyle kolay bir şeyde değildir. Hele “foseptik sendromun” yaşandığı veya yanlışların ve kavramların kutsandığı bir ortamda bu durum daha da artmaktadır. Bu nedenden dolayı hem kendileri hem de çalıştıkları insanların iyiliği için yolun başında karar verip bu mesleği devam ettirmemeleri ve kişiliklerine uyumlu yeni alanları denemeleridir. Ya da hem kendileri hem de çalıştıkları için mücadeleye etmeye kararlı olmalarıdır. Sadece sosyal medyada mesaj yayınlamanında ötesine geçebilmelidirler. Bu yönde de her türlü donanıma sahip olmaları için ayrı bir çaba göstermelidirler. Çünkü kendisi özgür olamayan veya olmak istemeyen başkasının özgürleşmesine katkı veremez…

Genç meslektaşlarıma başarılar dileğiyle iyi çalışmalar dilerim… Yolları açık olsun…

Nihat Tarımeri Urla. 4.2.2014

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.