Yeter Artık Çocuklar Böyle Sevilmesin

0

Çocuk Koruma(Ma) Kanunu İle İlgili Antalya’dan Bir Örnek;
Yeter Artık! Çocuklar Böyle Sevilmesin!!!

Nihat Tarımeri
Sosyal Hizmet Uzmanı

Antalya ‘da 12 yaşındaki kız çocuğunun sözleşme ile babası tarafından belli bir bedel karşılığı satılması ve cinsel istismarıyla ilgili iddia ve bu iddiaya yönelik süreçte yargı görevlileri dahil kamu görevlilerinin Çocuk Koruma Kanundan kaynaklı yükümlülükleri/görevleri konusunda bir görüş:

2.2.2011 tarihli yazılı ve görsel medyaya yansıyan haberlere göre 2006 yılında 12 yaşında olan E.Y.; babası Osman Y.’nin yaptığı 12.2.2006 tarihli sözleşme ile 5 Milyar.TL karşılığı 54 yaşındaki Yusuf A.’ya satıldığı; sözleşmeyi yapan kişi tarafından tecavüz edildiği ve bu durumun kız çocuğunun öğretmeni tarafından öğrenilmesi sonucunda da bu iddiaya yönelik yargısal bir sürecin başladığı görülmektedir.(Habertürk 2.2.2012 tarihli “Kızımı 5 bin liraya sattım” ve 2.2.2012 tarihli Vatan gazetesinin “Utanç vesikası” başlıklı haberler)

6 yıl süren bu yargı/adli sürecinin sonunda ise yargılamanın Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesinde başlandığı da haberlerden anlaşılmaktadır. Dava dosyasından yansıdığı öngörülebilecek bu bilgilere göre ise bu yargısal süreçte olay yeri Kemer ilçesi olduğu için Antalya Cumhuriyet Savcılığı, dosyayı Kemer Cumhuriyet Savcılığı’na göndermiştir. Savcılığın hazırladığı soruşturma evrakı ile önce Kemer Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açılmıştır. Ancak, bu mahkemenin ‘yetkisizlik’ kararı vermesiyle dosya Antalya 4’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’ne gelmiştir. Bu mahkemenin de ‘görevsizlik’ kararıyla davanın Antalya 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandığı görülmektedir.
12 yaşındaki E.Y’nin ise bu süreçte iddia edilen sözleşmeyi imzalayan babası ile Sivas’a döndüğü; yaşamına ve de eğitimine devam ettiği bilgileri de dava dosyasında yer alması gereken bahsi geçen sözleşme ile birlikte haberlere yansımaktadır.

İnternet ortamında yayınlanan haberler dahil yazılı ve görsel medyaya yansıyan bu bilgiler bağlamında Mayıs 2006 yılında başlayan yargısal/adli sürecin özellikle ve öncelikle 12.2.2006 tarihli bu sözleşmeye ve cinsel istismar, tecavüz iddiasına dayalı bir yargısal/adli işleme yönelik olduğu; mahkemeler arasında bir yetki sorunun oluştuğu; bu sorunun ise uzun süre devam ettiği, 12 yaşındaki E.Y.’nin bu süreçte iddia edilen sözleşmenin tarafı olan babasının yanında kaldığı, yaşamını devam ettirdiği; babanın talimatla ifade verdiği; E.Y.’ye de dava ile ilgili tebligatların yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu konunun basına yansıyıp gündeme gelmesinden sonra ise kısa bir süre önce 18 yaşına giren E.Y. yaşadığı Sivas’ta basın ve Aile ve Politikalar Bakanlığı tarafından bulunmuştur. E.Y. babası ile birlikte geldiği İstanbul’da basına da birlikte açıklamalarda bulunarak cinsel taciz ve tecavüz olayını doğrularken babasının para karşılığı bir sözleşme yapmadığı yönünde de açıklamada bulunmuştur. (Not:1)

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı dahil bu konuyla ilgili kamu ve STK yetkilileri de açıklamalarda bulunulurken tartışmalarda mahkemeler arası yetki sorununa dayalı yargısal sürecin uzun sürmesiyle birlikte sözleşme ile satış ve tecavüz konusunun öncelikle öne çıkarıldığı görülmektedir. Fakat bu arada 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ve bu kanunda yer alan “Kuruma başvuru” ile ilgili konunun özüyle ilgili bu temel boyut ve bu yöndeki görevin, yükümlülüğün ne ölçüde yerine getirilmesi konusunun değerlendirilmediği görülmektedir. Gene bu konu alışılmış olduğu gibi ele alınmamaktadır. 2006 yılından beri E.Y.’nin iddia edilen bu sözleşmenin bir tarafı olan babası dahil ailesi ile birlikte nasıl yaşamını devam ettirebildiği husus ve buna zemin oluşturan çocukların kamusal ve yasal olarak korunması ile ilgili konunun diğer bir boyutu ve niteliği ise nedense pek sorgulanmamaktadır. Sanki böyle bir yasal düzenleme yokmuşçasına.

Dolayısıyla; bu konunun da medya deyimiyle kısa bir süre “köpürtül”mesinden, “tepinil”mesinden ve de birçok STK’nın her zaman yaptığı açıklamalarından sonra diğer buna benzer haberlerde olduğu gibi bir başka “E.Y.”lerin gündeme gelmesine kadar unutulacağını öngörmek hiçte zor değildir. Yağmur gibi yağan bazı “timsahların gözyaşları” ise Hüseyin Üzmez olayındaki N.Ç veya en son Mardinli N.Ç olaylarında olduğu gibi yağdıktan ve gürledikten sonra gene bir süre sonra durulacaktır. Çocuklar ve gençlerin gene bilinen sevgi dolu koruma(ma)larına aynen devam edilirken, çocuk ve gençler “çocuk” ve “genç” oldukları için pişman edilecektir. B.M. Çocuk Hakları Sözleşmesi dahil çağdaş uygulamalar ve yükümlülükler ise “Türkiye’nin kendine ait koşulları vardır”, “Rasyonel olmak lazım.”veya “Zihniyet değişmelidir” gibi her zaman duyulan söylemler ile de engellenmeye devam edilecektir. Almanya veya İsviçre gibi ülkelerde bir asırdan beri devam eden uygulamaların Türkiye’de yaşayan çocuk ve gençlere uygun görülmemesine yönelik çeşitli bahaneler de yaratılacaktır. Kutsanan kavram ve uygulama kargaşalarına aynen devam edilecektir. Kamunun ve görevlilerinin bu konudaki görev ve yükümlülükleri de gene alışılmış olduğu gibi başkalarına üzerine atılarak “Eğitim lazım” söylemleri ile de perdelenebilinecektir.

HALBUKİ; 15 Temmuz 2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanıp halen yürürlükte olan Çocuk Koruma Kanunu’nun 6 ıncı maddesi “ Adlî ve idarî merciler, kolluk görevlileri, sağlık ve eğitim kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, korunma ihtiyacı olan çocuğu Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna bildirmekle yükümlüdür. Çocuk ile çocuğun bakımından sorumlu kimseler çocuğun korunma altına alınması amacıyla Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna başvurabilir. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kendisine bildirilen olaylarla ilgili olarak gerekli araştırmayı derhâl yapar.” şeklinde yükümlülük içeren bir düzenlenme yer almaktadır. Bu düzenleme, 3.6.2011 tarihinde yayınlanan 633 sayılı kanun hükmündeki kararname ile kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile ilgili yapılan düzenlemelerde de aynen korunmuştur.

Çocuğun toplumsal ve kamusal olarak korunması ile ilgili böyle bir düzenlemeye göre ise 2006 yılından 2012 yılına kadar geçen yargısal süreçte Antalya ve Kemer’de sürece dahil olan adli ve idari mercide görev yapan kolluk görevlileriyle soruşturma ve kovuşturma sürecinde yer alan savcı ve hakimlerin de E.Y. ile ilgili bu madde de yer alan bildirim yükümlülüğünün yerine getirilip getirmediği hususu bu konunun değerlendirilmesi gereken önemli bir noktasını oluşturmaktadır. Çünkü dava dosyasından medyaya yansıdığı kadarıyla ortada E.Y ile ilgili 12.2.2006 tarihli bir satış sözleşmenin varlığı söz konusudur. Bu bilgi/delil çerçevesinde bir adli sürecin başlatıldığı öngörülebilinir. E.Y’nin babasının ise bu sözleşme bağlamında düzenlenen iddianame ile kovuşturma sürecinde “sanık” sıfatıyla yer aldığı da öngörülebilinir. Bu öngörü bağlamında ise iddianameye konu olan bu “satış” içerikli sözleşmenin taraflarından biride E.Y.’nin babası olmalıdır. Ancak böyle bir nitelikteki sözleşmenin varlığına rağmen o zaman 12 yaşında olan ve sözleşmenin de “mağdur”u olan E.Y.’nin babasının yanında kalmasının ilgililerce de bir sorun oluşturmadığı görülmektedir. Böyle bir durumu yaşayan mağdur E.Y.’nin Çocuk Koruma Kanunu kapsamında korunması gerektiği husususun ise bu süreçlerde değerlendirilmeye alınmadığı ve de E.Y.’nin “mağdur”, babanın “sanık”, muhtemelen annenin de “şikayetçi” konumu ile 2012 yılına kadar birlikte yaşamaları sağlanmıştır. Bu şekilde de her açıdan “Adil” bir ortamda oluşmamıştır. Ayrıca, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 234/2 inci maddesi gereği E.Y.ye istemi olmadan bir “vekil”inde atanması gerekliliği bağlamında bu süreçte adli/yargısal bir görev olarak en azından bu kanun kapsamında atanmış bir vekilinde yer alması gerekmektedir. Şayet, Çocuk Koruma Kanun’unda yer alan bu görev ve yükümlülük süreçte yer alan “vekil” dahil adli ve idari kamu görevlilerince göz önüne alınmış olsaydı belki de E.Y. bugün iddianamede “sanık” konumunda olan babasının ve ailesinin yanında ol(a)mayacaktı.Belki de hemen hukuki bir temsilci olarak bir kayyum veya vasi atanabilecekti. Yargısal süreç ise başta bir şekilde, başka bir ortamda gelişebilecekti.

YÜKÜMLÜLÜK NEDEN YERİNE GETİRİLMEDİ?

Türkiye’de korunma ihtiyacı olan veya suça sürüklenen çocukların korunmasına, haklarının ve esenliklerinin güvence altına alınmasına ilişkin usûl ve esasları düzenleyen (mad.1) Çocuk Koruma Kanununun “Koruyucu ve Destekleyici Tedbirler” ile ilgili 5 inci maddesinde yer alan 3üncü fıkrasında “Tehlike altında bulunmadığının tespiti ya da tehlike altında bulunmakla birlikte veli veya vasisinin ya da bakım ve gözetiminden sorumlu kimsenin desteklenmesi suretiyle tehlikenin bertaraf edileceğinin anlaşılması hâlinde; çocuk, bu kişilere teslim edilir. Bu fıkranın uygulanmasında, çocuk hakkında birinci fıkrada belirtilen tedbirlerden birisine de karar verilebilir.” şeklinde de mağdur çocukların teslimini de içeren bir düzenleme bulunmaktadır.

Yasa koyucu bu düzenleme ile “mağdur” çocuklarında tehlike bertaraf edileceğinin anlaşılması koşulu ile bu “kişi”lere teslim edileceğini hükme bağlamışken E.Y.’nin bu hükme aykırı bir şekilde de babasına teslim edildiğini de öngörebilmek mümkündür.

Öte yandan çocukların haklarının korunması bağlamında “Temel İlkeler”in belirtildiği kanunun 4 üncü maddesinde “çocuğun yaşama, gelişme, korunma ve katılım haklarının güvence altına alınması (mad 4/1-a)”; “çocuğun yarar ve esenliğinin gözetilmesi (mad 4/1-b)” ve “ insan haklarına dayalı, adil, etkili ve süratli bir usûl izlenmesi (mad.4/1/f)” ilkelerinin de uygulayıcılar tarafından gözetileceği hükme bağlanmıştır. Ancak haberlere yansıyan bilgilere göre yetkili mahkemenin belirlenmesi ile ilgili uzun süreç olmak üzere bir “mağdur” olarak süreçte yer alan E.Y.’nin yaşam ve korunma haklarının ve de yarar ve esenliğinin bu süreçte gözetilmediği de açıkça öngörülebilinir.
Dolayısıyla; kısa bir süre önce 18 yaşına giren E.Y.’nin 2006 yılında 12 yaşındayken yaşadıkları Çocuk Koruma Kanunu’ açısından da birlikte değerlendirildiğinde konunun sadece Türk Ceza Kanunu bağlamında satış sözleşmesi ve cinsel istismar ile ilgili bir boyunun olmadığı, çocukların toplumsal ve kamusal açıdan korunması ile bir ilgili sosyal hizmetler içerikli bir boyutunun olduğu da açıktır. Bu bağlamda oluşan görev ve yükümlülüğün süreçte yer alan kamu görevlilerince yerine getirmesi ile ilgili de oldukça önemli bir boyut bulunmaktadır. Şayet bu görev ve yükümlülük vekil dahil tüm ilgililerce E.Y. 18 yaşına girene kadar yerine getirilmiş olsaydı, o zaman da bu konuda SHÇEK tarafından verilmesi gereken idari hizmet ve niteliğin sorgulanmasını gerektiren yeni bir boyut oluşabilecekti. Ancak, medyaya yansıyan bilgilere göre konunun SHÇEK ile ilgili boyutuna taşınmadığı, hatta bu süreçte E.Y.’ye vasi bile atanmadığı görülmektedir. Böyle bir görüntü ise başta ÇKK’nu ilgili bu yöndeki görev ve yükümlülüklerin yerine getirilip getirmediği konusunu ve de babanın velayeti ile ilgili durum ve konumunun bu açıdan da değerlendirilmesini öncelikli kılmaktadır. Halen yürürlükte bulunan ve tüm ilgililerce de uygulanması gereken Çocuk Koruma Kanunu kapsamında sorgulanması ve değerlendirmesi gereken bu durum; sadece “Medeni/Yurttaşlık Hukuku” boyutu ile ilgili de bir boyut değildir. Mağdurun korunması bağlamında Ceza Hukuku ile de ilişkili de bir boyutu ayrıca içermektedir. Bu bağlamda süreçte yer alan kamu görevlilerinin bu ihbar yükümlülüklerinin yerine getirip getirmedikleri ile bağlantılı olarak konunun 5237 sayılı TCK’nun hem 98 inci hem de 279 uncu maddelerindeki düzenlemeleri açısından da ayrıca sorgulanmasını gerektiren bir durumu da ortaya çıkabilmektedir.

KANUN BÖYLE OLURSA,YAKLAŞIM BÖYLE OLURSA, UYGULAMADA BÖYLE OLUR!

E.Y.’nin 12 yaşında yaşadıkları ve diğer E.Y.’lerin yaşadıkları ve yaşayacakları bu Çocuk Koruma Kanununu bağlamında çocuk ve gençlerin toplumsal/kamusal açıdan korunmaları ile ilgili yaşanan sorunlar sadece sorunun kendinden kaynaklı bir sorun değildir. Bu sorun aynı zamanda Çocuk Koruma Kanununun yapılış şeklinden ve bu yönde gösterilen yaklaşımdan da kaynaklanan yapısal bir sorundur. Sorunu çözmesi gerekenlerinde sorunun bir parçası olduğu ayrıca öngörülebilinir. Bu sorun aynı zamanda dinsel bir değer olan “hayırseverliğin” dünyevileşmesine bağlı olarak sosyal hizmetlere bakış açısından da kaynaklanan temel bir sorunun ürünüdür. Çünkü Çocuk Koruma Kanunu başlıklı kanun sadece 18 yaşına kadar olan çocuk ve gençlerin toplumsal açıdan korumak ile ilgili yasal düzenlemeleri içermemektedir. Kanun asıl suça yönelen çocuk ve gençlere yönelik yargısal hizmetlere yöneliktir. Başlıkta yer alan “koruma” ile işlev ve içerik aynı değildir.Yanıltıcıdır. Koruma ile ilgili maddeler 50 maddelik kanunda sadece 15 maddedir. Geriye kalan maddeler ise Türk Ceza Kanunu’nun “küçüklük” ile ilgili 31. maddesinin uygulamasına yöneliktir. Bu kanun ile çocuk mahkemelerin yanı sıra çocuk ağır ceza mahkemelerinin kurulmasına yönelik düzenlemelerde öngörülmüştür. Dünyada çocuk ve gençlere cezalardan “AĞIR”ını vereceğini bu şekilde öngören ve yapılandıran başka bir uygulama olmaması nedeniyle de kanun bu açıdan kendine özgün bir özellikte kazanmaktadır.
Halbuki çocuk ve gençlerin doğadan da gelen gelişim özelliklerine bağlı olarak yaşadıkları yaşam sürecinde her hangi bir suça yönelmeleri durumunda uluslararası ilkelerle de şekillenen genel yargılama sistemindeki temel yaklaşım, onları yetişkinlere yönelik uygulamadan ayrıştırmaktadır. Onları özel kılmaktadır. Genel ceza uygulamalarının dışına çıkarmayı da hedeflemektedir. Bu nedenden dolayı, böyle bir durumda çocukların ve gençlerin “Medeni/Yurttaşlık Hukuk” temelinde sosyal hizmetleri de içeren toplumsal/kamusal açıdan korunup kollanmalarına yönelik hizmetler ve kurumsal yapısı ayrı ve farklıdır. “Çocuk/Gençlik Ceza Hukuku” olarak ayrıca ele alınan “Ceza Hukuk”u ile ilgili yargısal hizmetler ve yapılanmada ayrı ve farklı hizmetlerdir. Bu ayrışmada, çocuk ve gençlerin yetişkinlerden farklılığı da göz önüne alınarak uygulamanın “ceza” yerine “çocuk / genç” odaklı yapılandırılması da önemli bir etkendir. Bu nedenden dolayı da, çocuk ve gençlerin korunması ve ceza yargılaması ile ilgili her iki konu ve farklı boyut “Anglosakson(Commen Law) Hukuk”undan farklı özellikler içeren “Roma Hukuk”u felsefesini benimseyen uygulamalarda olduğu gibi bir yapılandırılmayı da ayrıca gerekli kılmaktadır. Felsefe ve yapısal açıdan oluşan bu gereklilik, Roma Hukuku temeline dayalı “Türk Medeni Kanun”unun 1926 yılında İsviçre Yurttaşlar Kanun’un(ZGB) dan uyarlanması nedeniyle de ayrıca önemlidir.

Bu gereklilikler; tarihsel sürece bağlı olarak topluluk kardeşliğine de dayalı “hayırseverliğin” “Medeni/Yurttaşlık Hukuk” bağlamında dünyevileşmesine de dayanmaktadır. Çocuk ve gençlerin toplumsal/kamusal açıdan korunup kollanmalarına yönelik sosyal hizmetlerinde gerektiğinde aileye müdahale yetkisini de içeren teknik bir “idari” hizmet olarak verilmesini de öne çıkarmaktadır. “Medeni/Yurttaşlık Hukuk”unda yer alan “vesayet” uygulamasının “kamusal vesayet” ile ilgili bir parçası olarakta bu hukuk felsefesi açısından da kavramsallaşmış ve kurumsallaşmış bir uygulamadır. Bu uygulamadaki velayet gibi konular ile ilgili yargısal yetki ve hizmetler ise farklı farklıdır.

Yetki ve sorumluluklar ve de yapılanmaya bağlı olarak “idari” ve “yargısal/adli” hizmetler açısından teknik ve uygulamaya yönelik ayrılık ve farklılıklarda uygulamaları belirlemektedir. Türkiye’de ise bu yöndeki uygulamanın, uyarlanan ülkedeki modelden ve de felsefesinden oldukça farklı olarak yapılandırıldığı da bu açıdan öngörülebilinir. Bu öngörü bağlamında, öncelikle müdahale yetkisini içeren bu hizmetin teknik bir “idari” hizmet olarak uygulanması ve yapılanması yerine öncelikle yargısal bir hizmet olarak öne çıkarılması nedeniyle de nerdeyse bir ASIRDAN beri İsviçre’de ve bu ülkeye benzer uygulamaya sahip Almanya’da ki uygulamadan da model ve yaklaşım açısından farklılaşmaktadır. Öte yandan 1983 yılından 2011 sonuna kadar bu yöndeki kamusal hizmette uygulayıcı bir birim olarak öne çıkan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) daha çok bakım ve barınma odaklı hizmet verirken uygulamanın temelini oluşturan kamusal müdahale yetkisinin idare tarafından kullanılması yönündeki gereklilik ile ilgili boyutun görmezden gelindiği de görülmektedir. Bu konuda örneğin 1942 yılında Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan “Adliye Ceridesi “de yayınlanan Prof. Dr. Fikret Arık’ın bu konuda makalesinin ise şimdiye kadar değerlendirilip yorumlanmadığı da görülmekte olup uygulamanın bir yargısal hizmet olarak verilmek istendiği görülebilinmektedir.(Not:2)

İhtiyaç duyulan teknik hizmetlerin uygun araçlar ile verilmesi temel bir gerekliliktir. Çocuk ve gençlerin toplumsal ve kamusal açıdan korunup kollanmasına yönelik idare ve idarenin bu konudaki kurumsal birimleri üzerinden verilmesi gereken müdahale yetkisini de içeren sosyal hizmet içerikli teknik bir hizmetin farklı bir hizmet ve birimler üzerinden verilmesi içinde ortaya bir “irade” ve yaklaşım konmalıdır. Ancak, şimdiye kadar bu konuda ortaya konan irade ve yaklaşımın yaşanan bu sorunların temelini oluşturduğu rahatlıkla öngörülebilinir. Bunda toplumsal olarak ailelerin çocuklarını kendi bildikleri ve istedikleri gibi yetiştirmek istemeleri ve buna kimsenin karışmaya hakkı olmadığı şeklinde gösterdikleri yaklaşım önemli bir etkendir. Bu yaklaşım uygulamayı da belirleyebilmektedir. Ailelerin ve devletlerin çocuğun bakım ve yetiştirilmelerinden sorumlu olmaları gibi Medeni Hukuk dahil B.M. Çocuk Hakları Sözleşmesinde yer alan evrensel değerlerinde genel olarak benimsenmemesi, içselleştirilmemesi de bu açıdan önemli diğer bir etkeni oluşturmaktadır. Önemli başka bir etken ise çocuk ve gençler dahil tüm bireylerin toplumsal/kamusal açıdan korunup kollanması ile ilgili Sosyal Hizmetlere yönelik gösterilen yaklaşımdır. Topluluk kardeşliğine de dayalı “hayırseverlik” yaklaşımın tarihsel sürece bağlı olarak “hak” odaklı bir sosyal hizmetler uygulamasına hala dönüşememesi, bu hizmetin bir güvenlik, sağlık, eğitim gibi teknik bir idari hizmet ve yükümlülük olarak görülememesi ve de hizmet ihtiyacı duyan bireylerinde hala bir “hak” sahibi olarak yorumlanmaması da bu yönde temel bir etken olabilmektedir.
Bu etkenler bağlamında da; çocuk ve gençlerin toplumsal ve kamusal açıdan korunmasında felsefe ve yaklaşıma dayalı temel yapısal sorunlar uygulamayı belirlemektedir. E.Y ve E.Y.’lerin kamu hizmetinde yaşayabildikleri keyfi uygulamalardan korunabilmeleri içinde öncelikle bu yapısal sorunların çözümlenmelidir. Bakanlığın yeni kurulması ve bu yönde yeni bir yapılanma içinde olması bu konuda önemli bir şanstır. Ancak Bakanlığın adlandırılmasında “sosyal hizmetler” yerine “ sosyal politikalar” gibi bir hizmete yönelik olmayan soyut bir kavramın öne çıkarılması ve bu yönde gösterilen tercih bu şansında bir ölçüde yok olmasına neden olabilmektedir. Ayrıca bu konuda oluşan bilimsel kurulun yapısı da mevcut kavram kargaşası ve yaklaşımın aynen devam edebileceği yönünde bir endişeye neden olabilmektedir.(Not:3)

SONUÇ


Yukarıdaki nedenlerden dolayı başta Çocuk Koruma Kanunu ile devam ettirilen yapısal sorunlardaki felsefe ve uygulamalara yönelik kavram kargaşalarını oluşturan “irade” ve yaklaşıma yönelik şimdiye kadar var olan inat ve direncin öncelikle ortadan kalkması gereklidir. Bu bağlamda yeni Bakanlık yapılanması kapsamında müdahale yetkisini de içeren “Çocuk ve Gençlik Koruma Hizmetleri” başlığında yeni bir “idari” yapılanmaya gidilmelidir. Çocuk ve gençlerin korunup kollanmasına yönelik çerçeve bir “Çocuk ve Gençlik Koruma Kanunu” ve bu yönde idari bir görev ve kurumsal yapı oluşturulmadır. Ceza Hukuku ile ilgili boyut ise “Gençlik Ceza Kanunu ” başlığında Çocuk Ağır Ceza Mahkemeleri olmadan ve “çocuk/genç”leri odak alan yeni bir yapılanma çerçevesinde oluşturulmalıdır. Çocuk ve gençlerin hırpalanmalarına, mağdur edilmelerine son verilmelidir. Bu süreçte; özellikle kamusal görev ve hizmet açısından hem Çocuk Koruma Kanun’una, hem de sözleşmeye aykırı uygulamalar engellenmelidir. Görevin yerine getirilmesine bağlı E.Y.’nin sürecinde yaşanan yasaya aykırılıklara yönelikte ayrımcılık gözetilmeden gerekli müdahalelerde yapılabilinmelidir.
Sorunlar içeren bu uygulamaya da ARTIK YETER denmelidir.

9 Şubat 2012,
Urla

Notlar

1)Medyada yer alan haber başlıklarından bazıları:
“Boş kağıt imzalatmıştı tehdit etti”-Akşam-4.2.2012
“O adam en ağır cezayı alsın”-Sabah-4.2.2012
“Çocuğunu satmak öyle kolay mı?”-Radikal-4.2.2012
“Her zaman iyiler kazanmıyor.”-Ayşe Arman/Hürriyet-6.2.2012
“Bakan Şahin E.Y. için konuştu”-Hürriyet-7.2.2012
“Her kızını satana ev”-Cengiz Semerci/Hürriyet-8.2.2012
2)Çocuk Korma(ma)Kanunu/Nihat Tarımeri,Sabev Yayınevi-2007, sayfa. 59-65
3)“Çocuk istismarına karşı uzman kurul”-Sabah.2.12.2012
4)Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yetkililerce de yürütülen yeni süreçte Çocuk Koruma Kanununun 6 ıncı maddesinde belirtilen yükümlülülükte ilgili durumda bu kapsamda değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır. Bu konudaki bir eksiklik yapılan çalışmayı ayrıca tartışmalı yapabilir.

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.